Yeni Yılınız Sağlıklı, Mutlu ve Huzurlu Olsun...

4

Saat: 15:13 | Yazar: Burak Doğan

2007'yi bu gece itibariyle bitirip, 2008 yılına yumuşak bir iniş yapacağız.. Bütün sene tatillerle dolu olsun işallah diyerek ilk gün
kendimize tatil ilan edeceğiz, bütün sene şanslı olalım diye tam 12'de gıçımıza kırmızı don giymeye çalışacak, yeni yıla nasıl girersen öyle gider diyerek, en çok hoşlandığımız şeyi yapmaya çalışacağız..

Kimimiz arkadaşlarıyla sofrasını paylaşıcak, kimimiz yıllardır özlediği şeyi yaparak ailesiyle güzel bir gerce geçirecek. Ve elbette herkesin temennisi aynı olacak. 2008 herkese önce sağlık, sonra huzur, mutluluki başarı ve para getirsin diyecek. İstemek, başarmanın yarısı demektir lütfen unutmayalım.. İçten sıcak bir gülümseme ile yeni yıl dileklerimizi iletmek çok birşey değil.. Ama lütfen şu mesaj çılgınlığından kurtulalımda, sevdiklerimizin sesini duyalım.. Ne dersiniz?

Herkese iyi yıllar..
Yazının devamını okuyun...

Beşiktaş'ta Yönetim Aczi!

0

Saat: 14:00 | Yazar: Burak Doğan

Beşiktaş Jimnastik Kulübü, kurulduğu günden bugüne, türlü başarılara imza atmış, başarılı sporcular yetiştirmiş, futbolda da "3 büyükler" kavramının oluşmasında etkisi olmuş bir takım. Bu takım ki, en büyük gururu taraftarı (nam-ı değer "çarşı"sı), bununla beraber, en önemli özelliklerinden biri, eski mükemmel başkanlarından kalma "Beşiktaşlı Duruşu". Bu başkan ki Beşiktaş'ın Onursal Başkanı olarak kabul edilmiş ve herkesin övünerek anlattığı Beşiktaşlı Duruşunu herkese öğreten Başkan.. Takımın başarıları, gerektiğinde "Şerefli İkincilik"leri hep O'nun zamanında..

Bir süredir, O'nun yerini doldurmaya çalışan Başkan ve Yönetim ise, başarısızlıkların, gereksiz transferlerin mimarı.. Kulüpten 40 Milyon Dolar alacağı olduğunu iddia edip, başkalarının "Başkan" olabilmesini engellemeye çalışan, sürekli kendini ön plana çıkaran bir insan. Ve bu yaptıkları, tutarsızlıkları, elbette Beşiktaş'ı derinden etkiliyor. Özellikle futbol takımının, son zamanlardaki başarısızlığının en büyük nedenlerinden biri.. Peki ya göreve geldiğinden bu yana yaptıkları?

Göreve geldiğinden bu yana, taraftara kendisini sevdirmeyi başaran bir yabancı futbolcu yok takımda.. Takıma gelen ve giden yabancıların haddi hesabı yok. (En kolay örneği, sezon başı takıma gelen Diatta ile bugün itibariyle karşılıklı olarak sözleşmeler feshedilmiş..) Sürekli hocalar değişiyor ve hocalar kendisini güvende hissedemediği için gerekli olan atılımı yapamıyorlar.

Bu takıma, Real Madrid'e bir sene içinde 5 kupa kazandıran Del Bosque geldi, sözleşmesindeki maddeler hiçe sayılarak gönderildi ve Beşiktaş 8 Milyon € ceza ödemek zorunda şu anda.. Başka bir yandan bakalım. Beşiktaş'a iki senedir gelen "Fenerbahçeli oyuncu sayısı" 5. Kim bunlar? Nobre dışında hepsi Fenerbahçe'de yedek duruma düşen Rüştü, Ali Güneş, Mehmet Yozgatlı, Mustafa Doğan. Hatta benim daha hatırlayamadığım oyuncular bile olabilir. Bu yönetim, Fenerbahçe'nin yedeklerini Beşiktaş'a toplayarak, bu taraftara saygısızlık etmiyor mu? Büyük umutlarla transfer edilen Ricardinho, yedek kulübesini ısıtıp, oyuna girdiğindede nal toplamaktan başka birşey yapamadı. O kadar para döktükleri Rico Paşa'yı, göndermek istediler, yine milyonlarca € ceza ödeyeceklerini anladılar, şu anda askıya aldılar.

Ve bugün, hayretler içinde kaldığım haberi aldım.. Vestel Manisaspor forveti Holosko için, Diatta ile karşılıklı sözleşmeler feshedilmiş, 5 Milyon € Vestal Manisaspor'a verilmiş, üzerine Koray ve Burak verilmiş. Şimdi burda biraz durup düşünmek lazım.

Koray alınırken neler çekildiğini biliyoruz. Ve Beşiktaş için stratejik önemi vardı. İhtiyaç olduğunda defansta, ihtiyaç olduğunda ön liberoda, hatta forvet arkasında bile oynayabiliyordu. Tam bir joker. Beşiktaş jokerini kaybetti. Üzerine Burak gibi genç ve geleceği parlak bir oyuncuyu yolladı. her ikisininde Vestel Manisaspor'u daha yukarılara taşıyacağına adım gibi eminim. Aynı zamanda Beşiktaş'ta tam bir forvet karmaşası başladı. Şöyle ki;

Fenerbahçe'den nimetmişçesine alınıp hiçbir işe yaramayan Nobre, bilmem kaç senedir oynayıp kendini yeni yeni göstermeye başlayan Bobo ve şimdide Holosko.

Kazım Kanat'ın geçen haftalarda sorduğu gibi;

Beşiktaş'a Demirören başkanlığında kaç yabancı transfer edilmiştir?
Beşiktaş, bu transferler için kaç para harcamıştır?
Beşiktaş, bu transferler için kaç parayı menajerlere ödemiştir?

"Bu paralarla Ronaldinho alınır, üzerine parada kalırdı" diyor Kazım Kanat.. Ya siz?

Yazının devamını okuyun...

Angola Polisi, Sinema Setini Basmış!!

0

Saat: 12:28 | Yazar: Burak Doğan

Polisler bir film çekimi sırasında yapılan soygun sahnesini gerçek zannetti. Sahnenin çekildiği yere baskın yapıldı. İki başrol oyuncusu öldürüldü.

Angola'da, soygun sahnelerinin yer aldığı bir filmin çekimi sırasında polisin olayı gerçek soygun sanarak hırsız rolündeki oyunculara ateş açması sonucu 2 aktör hayatını kaybetti. Filmin yönetmeni Radical Ribeiro, Fransız haber ajansı AFP'ye yaptığı açıklamada, Angola'nın başkenti Luanda'da bulunan ve suç oranlarının yüksek olan bir gecekondu mahallesinde çekim yapıldığı sırada aktörlerin elinde oyuncak silahlar bulunduğunu söyledi.

Sete baskın düzenleyen polisin yakın mesafeden ateş açtığını anlatan Ribeiro, iki aktörün vurularak yere düştüğünü görünce herkesin şoke olduğunu belirtti. Ribeiro, "Sadece 2 metre ötemdeydiler" ifadesini kullandı. Ribeiro, "Lütfen ateş etmeyin, bu bir film" diye bağırıncaya kadar polislerin ateş açmaya devam ettiğini, daha sonra yaralılara yardım etmeden olay yerini terk ettiklerini söyledi.

Böylede birşey duymadım yani.. Neler oluyor dünyada..

Kaynak: Polis Haber
Yazının devamını okuyun...

Futbol Heryerde!!

0

Saat: 15:01 | Yazar: Burak Doğan

FUTBOL SADECE FUTBOL DEĞİLDİR!

Başlığıyla olaya giren sevgili kuzenim, aylardır takip ettiği blogumdan sonra, dayanamamış, bende yazmalıyım arada, bende sevdiğim şeyleri bir yerde toparlamalıyım diye düşünmüş.. Uzunca bir süredir takip ettiğini zaten biliyordum, ama beklediğim kalkıp benim blogda birşeyler karalamak istediğini söylemesiydi. Ama o bunu pas geçti, daha zorunu, kendi adına birşeyler yapmayı seçti. Belkide bundan bir süre sonra, onun güzel yazılarını burda görürüz veya buraya özgü birşeyler yazar kimbilir.. Gelelim neleri içerdiğine..

İlk Totti formasını beraber aldığımızda bundan 3 sene önceydi. Zaten sıkı bir takipçisi olduğunu biliyordum ama, bu derece ilgileneceğini tahmin etmiyordum. Roma'nın maçlarını kaçırmıyor, Lazioyla olan bağlantılarını biliyor, üzerine Lazio'nun taraftar gruplarını bile biliyor. Hatta bunun hakkında yazı bile yazmış.

Konularını ise elbette ünlü futbolcular, ünlü taraftar grupları, stadyumlar ve genç yetenekler oluşturuyor.. Belki ilerde dahada genişletir.

İlk yazdığı yazısı elbette Totti hakkında. Ardından Irrudicibili ve Roberto Baggio hakkında.. Çok fazla profesyonel değil elbette, sonuçta yeni bir blogger ve hatta, benim yazmaya başladığımdan tam 8 sene daha önce başladı. Acaba sağlam bir blogger mı doğuyor ne dersiniz?

Futbol Heryerde!



Yazının devamını okuyun...

Gündem: Forma Savaşları!

0

Saat: 17:43 | Yazar: Burak Doğan

1 aydır formalar üzerinde büyük baskılar var. Herşey bundan bir kaç maç önce Internazionale - Fenerbahçe maçında, Inter takımının beyaz üzerine kırmızı "haç" ile çıktıktan sonra ortalığın velveleye verilmesiyle başladı. İzmirli bir avukat konuyu mahkemeye taşıdı ve olaylar UEFA nezdinde gelişmeye devam ediyor, araştırmalar başladı.

Ardından Turkuaz forma mevzusu çıktı ortaya. Milli takımın forması "adını yaşatan bir renk" olmalı mı olmamalımıydı.. Çünkü ilk milli takım formalarımız beyazdı ve maç kaybetmeleri durumunda oyuncular kendi aralarında "bize kefen olsun" konuşması yapmışlardı. Ama maça çıkmadan önce üzerine dikilen Türk bayrakları olmuştu.. Yıllarca giyilen bu forma sonra tabiiki türlü değişikliklere uğradı. Ortaya çıkan durumda, bayrağımızın renklerinden vazgeçilmelimiydi veya Turkuaz'a kesinlikle hayır mı denilmeliydi.. Buda ayrı bir mevzuyu oluşturdu.

Inter'in formasını daha önceki yazımdada belirttiğim gibi normal görmüştüm.. Çünkü bu bir haç yakıştırması değil, Milano şehrinin bayrağının renkleri ve görüntüsüydü. O zaman hiçbir ülke formasında hilal olmasın, müslümanlığı çağrıştıran bişey olmasın. Zaten çoğu takımın formasında da haç var. Neyse bu çok tartışılan bir konu değildi ve konu geçti.

Ama olay milli takıma gelince ortalık karıştı. Kimisi asla bayrak renklerin değişmemesi gerektiğini savundu, kimisi bir yenilikle, ülkenin ismini alan bir rengi milli formada görmenin çok güzel olabileceğini söylediler. Sonuçta Turkuaz rengi, dünyanın her yerinde bu isimle anılıyor ve adında Türk kelimesi geçiyor. Benim fikrim ise, yeniliklere açık olmak gerektiği. Bu forma, tek olmayacak. Sadece dış saha forması olarak kullanılacak, kırmızı beyaz formamız yine olacak, ama bir yenilik, bize yeni bir soluk kazandırabilir diye düşünüyorum.

Tamda bunun üzerine, Fifa'nın "en güzel forma" anketi başladı ve dünyanın her tarafından yorum yazan insanlar, en güzel formaların Arjantin Milli Takımı, Barcelona, Brezilya ve Fenerbahçe'nin sarı beyaz formasınında bulunduğu çeşitli formaları örneklediler. Özellikle İtalyan taraftarların, 10dan fazla yorumu, bu formayı çok beğendikleri şeklindeydi. Bu mesajları yazanların yanında ülkeleri olduğu için bu şekilde sizlere anlatabiliyorum.

İşin en ilginç yanı, Amerikadan ve Avrupa'dan bazı kişilerin, Turkuaz forma rengini ülkemizle bağdaştırıp çok beğendiklerini belirtmeleri oldu. Daha maçlarda giyilmeyip sadece satışa çıkan bu formaların bu şekilde dikkat çekmeside önemli bir konu diye düşünüyorum.

Son zamanlarda dediğim gibi forma savaşları arttı.. Her tarafta forma mevzusu aldı başını gidiyor. 2 ay önce yazıma konu olan "Formamı Geri İstiyorum" kampanyasının üzerine bu konular gerçekten üst üste oldu. Bakalım daha ne kadar sürecek..

Yazının devamını okuyun...

Sivasspor mu Lider, Fenerbahçe mi?

1

Saat: 15:12 | Yazar: Burak Doğan

Turkcell Süper Lig bittiğinden beri birşeyler kafamı kurcalıyordu. Bir kaç sezondur, averaj olayının son maçlarda şike yarattığından dolayı ortadan kalkması için çalışma başlatılmış ve ikili averaj kuralı ortaya çıkmıştı. Bununla beraber iki takım lig sonunda aynı puanda ise, kendi aralarında oynadıkları maçlar göz önüne alınıyor ve sanki eleme usulü iki maç yapılmış gibi maç sonuçları karşılaştırılıyor ve daha iyi sonuçları alan şampiyon oluyordu. Benim bildiğime göre bu uygulama, lig içindede geçerliydi ama, bütün medyada yayınlanan puan cetveli benim yanlış bildiğimi ortaya çıkardı.. Diye düşünüyordum, taa ki www.fifa.com adresindeki puan cetvelini görene kadar...

Fifa dediğimiz Federation International de Football Association. Yani, Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği. Herkesin, her ülkenin bağlı olduğu bir mercii. Size Fifa'nın resmi internet sitesindeki puan cetvelini veriyorum ve bildiğiniz birşeyler varsa benimle paylaşmanızı rica ediyorum.. Bilgisi olan?

Not: Fenerbahçe, ilk maçta Sivasspor'u 1-0 yenmişti..

TeamMPWDLPts
Fenerbahçe17114237
Sivasspor17121437
Galatasaray17106136
Besiktas17104334
Kayserispor1768326


Yazının devamını okuyun...

Lost 4. Sezon Fragmanları! Hemde...

0

Saat: 10:57 | Yazar: Burak Doğan


Lost yapımcıları, artık soruların çözümlerini, dizide vermedikleri gibi, fragmanalrda vermeye başladılar.. 31 Ocakta yayınlanması belli olduktan sonra, arka arkaya gelen 2 fragman, ağzımızı açık bırakmaya yeticek cinsten.. Neler mi var? Önce ilk fragman;



Burada zaten sadece ABC'nin tanıtımı var, anlaşılabilecek pek birşey yok.. Ama ikinciyi izledikten sonra ağzımız açık kalıyor..



Ada'nın yakınlarında bir helikopter uçuyor, Sawyer hayatta kalmaya dair Kate'in sorguladığı birtakım kararlar alıyor.. Gerçekten, biz yokken, adada baya birşeyler olmuş.. Adadan ayrılmak isteyenleri adada kalacak olanlar.. Acaba Kate ve Jack, adadan ayrılmayı kafalarına koydular ve başardılar da, son bölümde gördüğümüz konuşmayı, adadan ayrılmayı başarıp dönemedikleri için mi yapıyorlar? %95 böyle görünüyor.. Ne dizi yahu..

Yazının devamını okuyun...

Şampiyonlar Ligi 2. Tur Eşleşmeleri

0

Saat: 10:07 | Yazar: Burak Doğan

Ben bayram için kendime izin vermişken, Şampiyonlar Ligi 2. Tur eşleşmeleri belli olmuş, Galatasaray'ın rakibi belli olmuş, Sivasspor uzunca bir süre sonra ilk defa 3 büyük dışında devreyi lider bitiren anadolu takımı olmuş.. Bakalım ayrıntılarda neler var..

İsviçre'nin Nyon kentinde Şampiyonlar Ligi 2. tur kuraları çekilmiş.. Avrupadaki en başarılı 16 takımın, grup birincilerinin, ikincileriyle eşleşmesi suretiyle yapılan kura sisteminde en güzel maçlar, Liverpool - Inter ve Arsenal - Milan arasında geçecek gibi.. İki İngiliz takımına iki başarılı İtalyan takımı.. En önemli maç ise tabiiki Fenerbahçe - Sevilla.. Çekilebilcek en iyi kuralardan biri elbette Sevilla ama gerek son 3 senedir aldığı kupaları düşününce, gerekde İspanyadaki puan durumu göz önüne alınınca çok da kolay olmadığı görülüyor.. Zaten artık kötü takım yok bu ligde.. Başarılı olmak istiyorsanız "iyi takımı" yenmek zorundasınız.. Kuranın diğer maçları ise şu şekilde;

Celtic - Barcelona
Olympique Lyon - Manchester United
Schalke - Porto
Roma - Real Madrid
Olympiakos - Chelsea

Galatasaray ise mucizeye imza atmış.. Bordeaux, yedeklerden kurulu takımıyla 87. dakikada Panionios'a gol atınca, Galatasaray 4 puanla gruptan çıkmış.. Şahane.. Almanya'nın Bayer Leverkusen takımıyla eşleşmiş.. Kendilerinede burdan elbette başarılar diliyoruz..

Gelelim hafta sonuna.. Fenerbahçe, Trabzonspor'u 3-2 yenerek, lider Sivassporla aynı puanda 2. olarak devreye girmiş. Galatasaray ise, son maçında Gençlerbirliği OFTAŞ ile berabere kalarak, son haftada liderlikten inmiş, devre arasına 3. olarak girmiş..

Futbol güzel şey.. Deivid'in golü görünce, insanın dahada her dakika izleyesi geliyor bu işi.. Ama bırakın onu bunu, Fenerbahçeyi falan, El Classico, Barcelona - Real Madrid maçını izlediyseniz, futbolun ne anlama geldiğini çok daha iyi anlarsınız bence.. Herkese iyi haftalar...

Yazının devamını okuyun...

Turkcell'den Fiyatlara Ayar!!

4

Saat: 14:46 | Yazar: Burak Doğan

Turkcell, kabul edelim, en iyi hizmet veren ve kapsama alanı en geniş şebeke. Bunda elbette ilk kurulmasının ve her türlü alt yapıyı kendisinin kurmasının önemi var. Sonuçta her şeyi ilk o getirmiş, yatırımları kendisi hazırlamış, herkese fiyatı yüksek te olsa her türlü olanağı sağlamaya çalışmış. Diğer operatörler, Turkcell'den sonra piyasaya girdi ve sonuçta "ilk göz ağrısı" numaraları çalmaya çalıştı.

Dolayısıyla rekabette Turkcell her zaman adını korumayı düşünüp en yüksek fiyatı belirledi (ki hala bu böyle devam ediyor) diğer opertörlerde gerek fiyat düşürdü, gerek büyük kampanyalar ortaya çıkardı. Ama Turkcell'in ezici çoğunluğunu hala deviremedi.

Ancak artık zaman teknoloji zamanı ve...3G'nin ülkemize gelebilmesi için, Turkcell'in en güvendiği olayın, belkide marka güvenilirliğinin sarsılması anlamına gelecek "Numara Taşınabilmesi" olayının gerçekleşmesi lazım. Buda demektir ki, "532" ile başlayan ve Turkcell'e bağımlı olan insanlar tıkır tıkır diğer operatörlere geçecek. Nedeni çok basit.

Turkcell bu fiyat politikası ile devam ederse, Avea ve Vodafone neredeyse yarı fiyatına konuşturduğu için herkes o operatörlere geçmeye başlayacak. Tabiki fiyat! Hala bir prestij olarak görülen "532"li numaralar artık değişmeyecek ve 0 532 xxx xx xx nolu numara artık Avea kullanıyor olabilecek. Bu da Turkcell'in en büyük gücünü zayıflatıcak. Bununla beraber eşit bir yarışmada başlayacak, bundanda kazanan her zaman tüketici olacak.

Ama bu numara taşınabilirliğinden önce Turkcell son kozlarını kullanıyor sanırım. Buda eşittir ZAM!

Turkcell yaptığı açıklamada:"kısa mesaj ve kısa mesaja bağlı servisler, bireysel ve kurumsal faturalı ses ve ön ödemeli kontör kart ücretlerinde 18 Aralık 2007 itibarıyla geçerli olmak üzere fiyat ayarlaması gerçekleştirildiği belirtildi.

Ön ödemeli aboneler için diğer GSM operatörlerine doğru yapılan aramaların dakika fiyatının azaltıldığı dile getirilen açıklamada, ''Ön ödemeli hatlarda, 100 kontörlük kart 16,0 YTL, 250'lik kart 36,5 YTL, 500'lük kart 68 YTL, 1000'lik kart ise 126 YTL oldu. Diğer GSM operatörlerine yapılan çağrıların dakika ücreti ise 7 kontörden 4,99 kontöre indirildi'' denildi.

Yapılan açıklamada ''Kurumsal abonelere sunulan indirimli seçenekler, uluslararası Grup 1 ülkeleri PSTN numaralarına yapılan çağrılar dışındaki uluslararası aramalar, yurt dışında iken yapılan ve alınan çağrı ücretleri, cepten internet ve bilgisayardan internet ücretleri ise değişmedi.

Faturalı hatta sahip aboneler, 'Bizbize Hepimiz' tarifesi ile dakikası en fazla 15 Ykr'ye konuşmaya devam ediyor. Ön ödemeli hatta sahip aboneler 'Bizbize Canımın 3'ü' tarifesi ile 25 kontör karşılığında 3 Turkcell numarası ile 60 dakika, 'Bizbize Hepimiz' tarifesi ile de 50 kontör karşılığında tüm Turkcell numaraları ile 60 dakika konuşma hakkı kazanıyor. Ayrıca 'Dakikabizden' ve 'Konbara' programları ile fatura tutarına ve yüklenen kontöre göre bedava dakika/kontör uygulaması devam ediyor.'' Açıklamada, Turkcell'in yeni düzenlenen fiyatlarıyla ilgili ayrıntılı bilgiye ''www.turkcell.com.tr'' adresinden, Müşteri Hizmetleri'nin ''444 0 2'' ve ''444 0 5'' no'lu telefonlarından, TurkcellExtra ve Turkcell abone merkezlerinden ulaşılabileceği bildirildi.

Tahminim son kozlar bunlar.. Yakın zamanda fiyatlar gerçekten aşşağıya gelecek..

Yazının devamını okuyun...

Lost, 4. Sezona 31 Ocakta Merhaba Diyor..

2

Saat: 12:06 | Yazar: Burak Doğan

Düne kadar 4 Şubat diye bildiğimiz Lost'un S04E01 bölümü ABC'nin açıklamasıyla 31 Ocak 2008 Perşembe'ye çekilmiş. Zaten Amerikan Yazarlar Birliği'nin grevi nedeniyle sıkıntı yaşayan kanal, artık bunu bir strateji olarak kullanıyor. Özellikle bu sezonun 16 bölüm olacağını belirten yapımcılar, 5. ve 6. sezon içinde 16 bölüm hazırlamışalrdı. Temennimiz, 16 bölümün, bu grev nedeniyle bölük pörçük değil, arka arkaya yayınlanması.. Bekleyin, Lost geliyor..
Yazının devamını okuyun...

Fenerbahçe ile Düzelen Sinir Yapım..

0

Saat: 09:55 | Yazar: Burak Doğan

Uzun süredir şöyle oturup yazamıyorum.. Yoğunum, işten, okuldan vs'den.. Gerçekten kafamı kaşıyamayacak haldeyim. Hesapladım, 8-10 pazardır ilk defa pazar günümü evde geçirmişim.. Resmen kendimi Nirvana'ya ulaşmış hissettim.. Ailemle uzun zaman sonra geçirilmiş bir hafta sonu, beni gerçekten rahatlattı. Evde tembellik yapıp o yataktan bu yatağa atlamak gerçekten ne kadar güzelmiş, onu hatırladım. Birde üstüne Fenerbahçe galip gelince, kaymaklı ekmek kadayıfı.. İncelemesini yapamadığım, Şampiyonlar Ligi (CSKA) maçından başlayıp bu hafta sonuna kadar şöyle bir bakalım neler olmuş Fenerbahçemde..

CSKA maçı, Fenerbahçe'nin gruptan çıkabilmesi için inanılmaz önem arz ediyordu. Sonuçta Inter, gruptan lider çıkmayı garantilemiş, PSV deplasmanına bizim maçta bilerek gördükleri sarı kartlar eşliğinde eksiklerle gitmişlerdi. CSKA'da ligleri biteli 1 ay olmasına rağmen bir anda Yunanistan'da kamp yapma ihtiyacı hissetmişti.. Gergeinlik yükseliyordu ama, Fenerbahçe taraftarı artık takımına güvenmeye başlamıştı bi kere.. Maç günü geldi çattı..

Bugüne kadar, Fenerbahçe takımı hiçbir zaman Avrupa Kupası maçlarında güven vermedi. Ben, bugüne kadar hep aynı şeyi söyledim: Bu takımın Avrupa Kupalarında başarılı olması için 3 oyuncunun gitmesi gerekir. 1- Rüştü (En gereksiz golleri bu maçlarda yer. Bknz: Fenerbahçe - Olympiakos ve Porto - Beşiktaş) 2- Ümit Özat. (Şampiyonlar Ligi'nde asla Ligde oynadığı gibi oynamaz, ortaları stad dışına yapar, mutlaka maçlarda hata yapar.) ve 3- Alex ( Ligde oynadığı gibi asla oynamaz, hep saklanır ve biter gider) idi..

İlk 2 saptamam doğru çıktı.. Ümit'in yeri, normalden farklı bir oyuncuyla doldu, oraya girmiyorum bile. Volkan bu sene kendine geldi, inanılmaz işler yapıyor, Rüştü'yü hiç aratmıyor.. Ama iş Alex'e gelince orda durmak gerekiyor..

Alex, bu sene, geçen 3 senenin aksine, inanılmaz top oynuyor.. Ligde, Şampiyonlar Ligi'nde onu durdurmak için çırpınıyor herkes, o yine bir şekilde asistini yapıyor, golünü atıyor. Inter maçında harikalar yarattı, PSV maçında öyle ve CSKA maçında en üst noktaya ulaştı.. Golde verdiği pas ve elbette attığı inanılmaz gol.. Zaten bu 6 maçlık performansı ile, Şampiyonlar Ligi'nin en iyi 11'ine girdi Alex, Roberto Carlos ve Zico ile beraber..

Peki Alex'i bu derece değiştiren neydi? Kimisi Kaptan olması diyor, kimisi parasının 1,5 katına çıkarılması.. Ama bence çok farklı bir nedeni var: Roberto Carlos'un takıma gelmesiyle beraber, ülkesindeki gözlerin onun üzerinede çevrilmesi ve milli takım için kendisine çok iyi bir şans yaratması.. Roberto Carlos ve Zico zaten Brezilya'da kral. Hatta Carlos'un takıma gelmesinin en büyük nedenlerinden biri Zico. Edu bile milli takıma çağırıldı, dolayısıyla Brezilya'da gözler artık Fenerbahçe'de. Ligdeki başarı elbette önemli ama, büyük maçlarda kendini ortaya koyabilirse Alex, tekrar milli takıma gidebilir.. Ki bu gidişle, bu istatistiklerle çok da zor görünmüyor. Herşey Dunga'nın iki dudağının arasında..

CSKA maçıda, Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nde diğer maçları gibi oldu.. Fenerbahçe'nin güçlü orta saha, tek forvet oyununa sol kanat destek verdi, Alex'in mükemmel golüne ve asistine, Uğur 2 golle destek verince maçın sonucu 3-1 oldu. Uğur, belkide Fenerbahçe'ye geldiği ilk günden beri en iyi oyununu oynarken, takımda Alex'in iyi oynadığı zaman neler yapabildiğini herkes görmüş oldu..



Bu maç ile birlikte, Fenerbahçe'nin kasasına giren para 10 Milyon €.. Daha önümüzdeki maçın katılım parası, reklam geliri, yayın hakkı, kazanılan puan hakkı yok daha ortada.. Ne kadar büyük bir maddi kaynak takımlara.. Keşke her takımımız başarılı olsa.. Maliye Bakanı'nın dediği gibi "Fenerbahçe Cari Açığı Kapatsa"..

Bu moralle, aynı zamanda yorgunlukla pazar günü, Fenerbahçe'ye her zaman ters gelen (belkide adıyla alakalı: "Fener" Bahçe.. Fener bu, gece yanar gündüz söner dedemin ifadesiyle:D) gündüz maçıyla, ve Gençlerbirliği deplasmanında bir maç.. Gerçekten zor..

Yine 10. dakikada yenilen gol.. Yine geçen seneki gibi "ilk penaltı taca atılsın" tartışmalarını gündeme taşıyan, verilmeyen 2 net penaltı.. Fenerbahçe'ye çıkan yağmur gibi kartlar, Gençlerbirliğinde palavradan atlamalar zıplamalar.. Ama hakeme karşı çıkan bir Semih.. Hayatında belkide ilk defa uzaktan attığı bir gol ve Zico'nun oyuna müdahalesi.. Bunlar ufak şeyler gibi ama çok önemli..

Zico'nun artık oyuna müdahale etmeye başlaması, hemde doğru hamlelerle müdahale etmeye başlaması çok önemli.. Belkide stajerlikten artık çıktığının göstergesi.. Semih'in ise, her gün futboluna yeni bir şeyler katması.. İlk vurduğu top zaten süper, ama vurduğu kafada bir o kadar beceri gerektiren bir vuruş..

Herşeyden önemlisi.. Fenerbahçe pes etmiyor, göze hoş futbol oynuyor ve GÜVEN VERİYOR.. Fenerbahçe bu şekilde futbolunu sürdürebilirse ve, sadece bu sene gruptan çıktığı gibi değil, seneyede bu başarıyı tekrarlarsa, her maç 55.000 seyirci tıka basa doldurur stadı.. CSKA maçı gibi 4 Milyon YTL bırakır stada, 500.000 YTL bırakır Fenerium'lara.. Etraftaki esnafta da o gece 3 Milyon YTL gibi bir piyasa oluştuğu söyleniyor.. Bunlar inanılmaz rakamlar..

Başarı, ekonomiyi güçlendirecek, ekonomi başarıyı getirecektir. Yeterki oyuncular başarıyı istesinler ve İSTEDİKLERİNİ GÖSTERSİNLER. Taraftar artık bunu istiyor..

Yazının devamını okuyun...

Metrobüsten Sonra Harembüs..

0

Saat: 16:37 | Yazar: Burak Doğan

Daha durun.. Bunlar iyi günlerimiz.. Düşünün şu şekilde cevaplar çıkabilir bizlere: "Ne olacak ki İmam Hatip Lisesi'nde okuyan kızlarımıza bir otobüs tahsis ettiysek? Yağmurda çamurda kalmasınlar, kimseden rahatsız olmasınlar diye yaptık" veya buda bir savunma olabilir: "Kızların o hafta servisi bozulmuş, yardımcı olduk, tahsis ettik, haftaya geri alacağız". Daha da çoğaltılabilir bunlar: "Normal otobüslerde erkeklerin bakmasından rahatsız oluyorlarmış, rica ettiler.."

Bunları zaten biz %47 ile kabul ettik ki.. Hükümetin ilk 5 senelik "icraatlerinden" sonra onlara %15 daha verdik ki, daha rahat etsinler, daha çok istediklerini yapabilsinler diye.. Malezya'yı örnek göstermeler başlamıştı, şimdi örnek almalarda başladı. Acaba belediye otobüsleri haremlik selamlık olarakta ayrılır mı ki? Olayın ayrıntıları Hürriyet Gazetesinin şu haberinde.. Her türlü ayrıntı orda zaten, iddia edenler, fotoğraflar, savunanlar, tam ttersini iddia edenler.. Buyrun burdan alalım..
Yazının devamını okuyun...

Düşünen Bilgisayar!

0

Saat: 16:25 | Yazar: Burak Doğan

Compishco Ali Murat Erkorkmaz tarafından oluşturulmuş bir yazılım. Ama ne yazılım. Compisco sayesinde bilgisayarınızla konuşabiliyorsunuz. Söylediklerinizi anlıyor ve size cevap veriyor. İnterneti belleği olarak kabul ediyor ve sorularınız için bilgiyi internetten topluyor.Tek bir komutla müziği açmasını söyleyebilir,ekonomi hakkında bilgi alabilir, onunla sohbet edebilir ya da emaillerinizi okumasını söyleyebilirsiniz. Bilimkurgu filmleri gerçek oluyor sanırım. Bu arada compishco espride yapabiliyor. Detaylı bilgilere buradan ulaşabilir videoyu da buradan izleyebilirsiniz.

Kaynak: Zamazing
Yazının devamını okuyun...

Ata'nın Gizli Vasiyeti AİHM'de

0

Saat: 16:08 | Yazar: Burak Doğan


“Ölümünden iki ay önce Dolmabahçe’ye Beyoğlu Altıncı Noteri’ni çağırttı. Bir vasiyet yazdırdı. 50 yıl sonra açıklansın dedi. Ama hep gizli kaldı.”

İşte bu iddia şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava konusu oldu. Atatürk’ün ölümünden bugüne tartışılan ve varlığı gerek Genelkurmay Başkanlığı gerekse en yetkili ağızlardan yalanlanan ’Atatürk’ün gizli vasiyeti’ artık AİHM’de. Uzun süredir kendisini bu konuya adayan, kurduğu www.ataturkungizlivasiyeti.com adlı internet sitesiyle tartışmayı sıcak tutan vatandaş Meriç Tumluer, konuyu AİHM’e taşımayı başardı. Bu gizemli tartışmanın fitilini ateşleyen Meriç Tumluer iddialarını şöyle ete kemiğe büründürüyor: “Atatürk, 6 Eylül 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Ordinaryüs Prof. Neşet Ömer İrdelp’in de olduğu sırada, İstanbul Beyoğlu 6’ncı Noteri İsmail Kunter’i makamına davet ederek, el yazısı ile yazmış olduğu vasiyetlerinin olduğu zarfı kapalı bir şekilde 3 yerinden kırmızı bal mumu dökülüp, mühürletti ve notere ’Bu kapalı zarfta vasiyetlerim var. İcap ettiği vakit gerekeni yaparsınız’ diyerek teslim etti. Mühürlü büyük zarf Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından, 28 Kasım 1938’de bir heyet huzurunda açıldı.”

“ZİRAAT BANKASI'NIN GİZLİ KASALARINDAYDI”

İddialara göre ise Atatürk’ün vasiyetnamesi eksik açıklanmıştı. Çünkü Ata’nın mühürlettiği zarf içinde bir zarf daha çıkmış, bu zarf da Ankara 3. Sulh Hukuk Hakimi Osman Selçuk ve görevli bir heyet tarafından 5 Ocak 1939 ‘da Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Merkez Şubedeki özel bir kasaya konmuştu. Tumluer, “Bu zarf mahkeme kayıt altına alınmıştı. Kasaların gününden önce açılmasını engellemek maksadı ile 50 yıllık süreç için kasaların kapısı özellikle bir kaynakla tutturulmuştu. Vasiyetin açıklanma zamanı geldiğinde dönemin yetkilisi 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren bu konuda kamuoyuna hiçbir bilgi vermedi.” Atatürk’ün gizli vasiyetinin açıklanması için beklenen süre dolup da kimseden ses çıkmayınca bu kez konu mahkemeye taşındı. Meriç Tumluer’in 2005’te Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne verdiği dilekçe Atatürk’ün gizli vasiyeti iddiasını mahkeme gündemine getirdi. Aralarında 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in yanı sıra eski miletvekili Emin Şirin ve Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal’ın da bulunduğu isimler tanık olarak gösterilmişti. Hakim 2005’te “Davacıların iddia ettiği gibi bir vasiyetnamenin varlığı sübuta ermediği” gerekçesiyle davacıların talep ve davasının reddine karar verdi.

"AİHM BAŞVURUYU KABUL ETTİ"

Türkiye’deki iç hukuk yolları tükenince bu kez gözler AİHM’e çevrildi. Tumluer son çare olarak Strasburg’daki AİHM’e 19 Nisan 2007’de, 40 sayfadan oluşan dilekçeyle başvurdu. 31 Mayıs’ta ise Strasburg’dan yanıt geldi. 17820/07 dosya numaralı başvuruyla ilgili şöyle denildi: “Başvurunuz alınmıştır. Mahkemenin kararı hakkında ileride size bilgi verilecektir.”

"VASİYETTE HİLAFET Mİ VARDI"

AraştIrmacI-Yazar Aytunç Altındal’a göre, Atatürk, bazı notlarının ölümünden 50 yıl sonra açıklanmasını vasiyet etmişti. Altındal, “Kenan Evren ve dönemin başbakanı Turgut Özal, bunları okudular. Ancak bu görüşlere, bu fikirlere ’toplumun henüz hazır olmadığını’ öne sürerek bunların açıklanmasını engellediler” dedi. 1988’de Atatürk’ün vasiyetinin üstüne 25 yıllık yeni bir yasak konulduğunu da iddia eden Altındal, “Atatürk, hilafetin kişi bazında değil, bütün İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir kurum olarak canlandırılabileceğini düşünüyordu. Bu vasiyeti 1958’de Adnan Menderes de öğrendi ve ’Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz’ cümlesini bu nedenle söyledi.”

"KIRMIZI MÜHÜRLÜ VASİYET"

6 Eylül 1938’deki vasiyet mektubunda bir gizli zarf daha vardı. Tartışılan zarf, şimdi AİHM’in de gündemine geldi.

"PEŞİNİ BIRAKMIYOR"

Meriç Tumluer, yıllardır araştırdığı “gizli vasiyet”i AİHM’e kadar götürmeyi başardı. Bundan sonra ne olacağını kendisi de merak ediyor.

Kaynak: Hürriyet


Yazının devamını okuyun...

Şampiyonlar Ligi'nde Gruplardan Çıkan Takımlar

0

Saat: 15:56 | Yazar: Burak Doğan

2007-2008 Yılı gerçekten Şampiyonlar Ligi anlamında bize başarı getirdi. İki takımımızla bu büyük lige katılım hakkı kazandık ve Beşiktaş 2 maç kazanıp ülke puanımıza çok güzel bir katkı yaparken, Fenerbahçe de ilk kez gruptan çıkmayı başardı ve "Şampiyonlar Ligi'nde en yüksek puanı alan Türk Takımı" apoletini omuzlarına giydi. Elbette isteğimiz iki takımımızın da tur atlamasıydı ancak, Fenerbahçe'den aldığı hiçbir oyuncuyu kadrosuna başarılı bir şekilde monte etmeyi başaramayan Beşiktaş, kaderin bir oyunu ile, Porto'dan, Rüştü'nün acemi bir kalecinin yapmayacağı hatayı yapmasıyla eli boş döndü.

Şampiyonlar Ligi'nde gruplardan çıkan takımların son maçlarının sonuçları ve kaç puanla gruptan çıktıkları ise bu tablolara yansıdı;

A Grubu

Porto (Portekiz) - Beşiktaş: 2 - 0
Olympique Marsilya (Fransa) - Liverpool (İngiltere): 0 - 4

TAKIMLAR
1. Porto: 11
2. Liverpool: 10
3. Olympique Marsilya: 7
4. BEŞİKTAŞ: 6

B GRUBU

Chelsea (İngiltere) - Valencia (İspanya): 0 - 0
Schalke 04 (Almanya) - Rosenborg (Norveç): 3 - 1

TAKIMLAR
1. Chelsea: 12
2. Schalke 04: 8

C GRUBU

Real Madrid (İspanya) - Lazio (İtalya): 3 - 1
Olympiacos (Yunanistan) - Werder Bremen (Almanya): 3 - 0

TAKIMLAR
1. Real Madrid : 11
2. Olympiacos: 11

D GRUBU

Milan (İtalya) - Celtic (İskoçya): 1 - 0
Shakhtar Doneks (Ukrayna) - Benfica (Portekiz): 1 - 2

TAKIMLAR
1. Milan: 13
2. Celtic: 9

E GRUBU

Glasgow Rangers (İskoçya) - Olympique Lyon (Fransa): 0 - 3
Barcelona (İspanya) - Stuttgart (Almanya): 3 - 1

TAKIMLAR

1. Barcelona: 14
2. Olympique Lyon: 10

F GRUBU

Roma (İtalya) - Manchester United (İngiltere): 1 - 1
Sporting Lizbon (Portekiz) - Dinamo Kiev (Ukrayna): 3 - 0

TAKIMLAR
1. Manchester United: 16
2. Roma: 11

G GRUBU

PSV Eindhoven (Hollanda) - İnter (İtalya): 0 - 1
Fenerbahçe - CSKA Moskova (Rusya): 3 - 1

TAKIMLAR
1. İnter: 15
2. FENERBAHÇE: 11
3. PSV Eindhoven:7
4. CSKA Moskova: 1

H GRUBU

Arsenal (İngiltere) - Steaua Bükreş (Romanya): 2 - 1
Slavia Prag (Çek Cumhuriyeti) - Sevilla (İspanya): 0 - 3

TAKIMLAR
1. Sevilla: 15
2. Arsenal: 13


Yazının devamını okuyun...

Gol Atan Hakem..

0

Saat: 14:12 | Yazar: Burak Doğan

Türk futbolu, gerçekten inanılmaz gelişmelere, olaylara sahip olmuştur tarihi boyunca. Geçmişi ileri derecede etkileyici, her maçta tabiri caizse "yeryüzünde görülmesi mümkün olmayan hareketler" yaşanmıştır. Bunları özellikle, zamanında 2. veya 3. ligde yönetici, antrenör, oyuncu, hakem yani kısacası etrafınızda futbolun içinde olan kim varsa rahatlıkla dinleyebilirsiniz.. Bundan sadece şike veya hatır gönül işlerini anlamayın.. Onlar işin en eğlenceli ve komik yanlarını oluşturuyor olabilir ama bu görüntü pes dedirtiyor adama..

Bundan sadece 20 yıl önce.. Ankaragücü Beşiktaş maçı.. Hakem meşhur Ahmet Akçay.. 83. dakikada bir korner pozisyonunda kendisini ceza alanında buluyor.. Bildiğiniz 1. Lig maçı bu.. Ankaragücü golü atıyor!! ve maçı kazanıyor.. Buyrun görüntüye..




Yazının devamını okuyun...

Şampiyonlar Ligi Grup Sonuçları

0

Saat: 09:37 | Yazar: Burak Doğan


Futbolda Avrupa Şampiyonlar Ligi'nde 6. hafta mücadelesi, dün gece (A), (B), (C) guplarında yapılan maçlarla tamamlandı ve bir üst tura çıkan takımlarla, UEFA Kupası'na katılmaya hak kazanan takımlar belli oldu.

Daha önce (D) Grubu'nda 4 Aralık'ta yapılan maçların ardından AC Milan (İtalya) ve Celtic Glasgow (İskoçya) bir üst tura çıkan, Benfica SL Lizbon ise UEFA Kupası'na katılmaya hak kazanan takım olmuştu.Gruplarda ilk 2 sırayı alan takımlar 2. tura yükselirken, 3. sırada tamamlayan takımlar ise UEFA Kupası'na 3. turdan katılmaya hak kazandılar.

Dün yapılan maçlarda alınan sonuçlar ve puan durumu şöyle:

(A) Grubu:

FC Porto (Portekiz)-Beşiktaş (Türkiye): 2-0
Olympique Marsilya (Fransa)-FC Liverpool (İngiltere): 0-4

TAKIMLAR

1-FC Porto: 11
2-FC Liverpool: 10
3-Olympique Marsilya : 7
4-BEŞİKTAŞ: 6

(B) Grubu:
FC Chelsea (İngiltere)-Valencia CF (İspanya): 0-0
FC Schalke 04 (Almanya)-Rosenborg BK Trondheim (Norveç): 3-1

TAKIMLAR

1-FC Chelsea: 12
2-FC Schalke 04: 8
3-Rosenborg BK Trendheim : 7
4-Valencia CF: 5

(C) Grubu:
Real Madrid CF (İspanya)-SS Lazio Roma (İtalya): 3-1
Pire Olympiakos (Yunanistan)-SV Werder Bremen (Almanya): 3-0

TAKIMLAR

1-Real Madrid CF: 11
2-Pire Olympiakos: 11
3-SV Werder Bremen: 6
4-SS Lazio Roma: 5

Kaynak: Sabah

Yazının devamını okuyun...

EXPO 2015 İzmir..

2

Saat: 10:38 | Yazar: Burak Doğan


İzmir, yani koskoca Uluslararası Fuarını kendi elleriyle bitirmiş olan şehir, üzerindeki ölü toprağını atabilmek için EXPO 2015'e talip oldu.. Yıllardan beri kendini bir türlü geliştiremeyen İzmir, sürekli kendini yenileyen illerin yanında bir emekli şehri oldu çıktı. Yaşıtlarımız, kendilerine uygun iş bulamıyor, yatırımcılar İzmir'den beklediği verimi alamıyor, Türkiye'nin en büyük 3. şehri gittikçe daha da değer kaybediyor. Bunun çeşitli nedenleri var elbette. Ama konumuz EXPO, dolayısıyla az önceki mevzular başka bir yazı konusu olsun..

EXPO NEDİR?
Dünya üzerinde 150 yılı aşkın süredir Uluslararası Sergiler Bürosu (BİE) tarafından düzenlenen Expo “Exposition”un kısaltması. Uluslararası Sergi ve evrensel sergiyi anlatan Expo’lar uluslararası platformda World Fair yani, ‘Dünya Fuarı’ olarak adlandırılıyor.

Sergilerde, farklı ülkelerin çok çeşitli ürünleri bir araya getiriliyor. Fuarın amacı ise bu ürünlerin pazarlanmasından çok temsil ettikleri ülkelerin kültür, tarih ve sahip oldukları varlıkların ortaya konmasıyla öne çıkıyor. 5 yılda bir düzenlenen Expo’lar en az 3, en çok 6 ay süreyle açık kalıyor. Fuar için de yaklaşık 1 milyon 500 bin metre karelik alan gerekiyor.

İşin maddi yani ise çok daha acayip. 2008'de yapılacak EXPO için tam 16 milyar dolarlık yatırım yapılmış şu ana kadar. Bu yatırımların 20 milyar doları bulması bekleniyor. Aynı zamanda ortalama bu şekilde yapılan yatırımlar 17-25 milyar dolar arası. Gerçekten etkileyici rakamlar..

En son yapılan Expo'ya katılım sayısı 50 milyon kişi. 10 milyon yabancı, 40 milyon yerli turist gibi rakamları var. Evsahipliği yapan her şehire inanılmaz bir getiri kazandırdığı malum. Gelelim şimdi İzmir'in durumuna.

İzmir'in karşısındaki aday Milano. İzmir'den çok daha gelişmiş ve bilmem kaç milyon fuara ev sahipliği yaptığı için gelişmiş alt yapısı, kendi için kardan çok zarar. İzmir, kendini geliştirmek için yıllardır bekleyen ama patlamayı bir türlü başaramayan bir şehir. Gelişime açık ancak olayı bir türlü başlatamamış. Aynı zamanda İzmir'in teması sağlık ki bugüne kadar hiç işlenmemiş. Milano'nun ise beslenme. Ancak bu konu, İzmir'in evsahipliğindeki EXPO'nun alt konusu.

Aynı zamanda, İtalya'da, EXPO, küçükleriyle beraber tam 5 kez yapılmış. Buda İzmir açısından bir şans olarak görülebilir. Ancak, şu anda ülkelere tanıtım ve baskı açısından İtalya'ya oranla ciddi eksiğimiz var.

Önümüzdeki açılımlar ve ayrıntılar daha çok olaya gebe.. Her gün İzmir'in stratejisi değişiyor ve ellerinden geldiği kadar çalışıyorlar. Hata bir şekilde etrafta bir pompalanma bile var.. Cumhurbaşkanı yanına 4 tane genel yayın yönetmeni alıp gidiyor, sözde bir sunum yapıyor ama Milano'nun sunumu altında eziliyor.. Şu anda ne durumda olduğumuzu bilmeyen bir biz varızdır sanırım. İşallah bu işlerin altından da birşeyler çıkmaz.

Düşüncem mi? EXPO'nun İzmir'e gelmesi, belkide artık emekli şehri olan İzmir'in son şansı. Üzerindeki ölü toprağını atması, hareketlenmesi, sanayileşmesi, hizmet kültürünün artması açısından çok önemli.. Metro'nun gelişmesi, Çeşme'deki, Kuşadası'ndaki otellerin 6 ay süreyle dolması, şehrin içine yeni otellerin, hastanelerin yapılması ve onların işlerlik kazandırılması, dolayısıyla istihdam yaratılması çok önemli.

İzmirin bir silkinmeye ihtiyacı var. Belkide bu güzel bir şans olabilir..




Yazının devamını okuyun...

Satranç ile Tavla Farkı..

0

Saat: 15:34 | Yazar: Burak Doğan


Tavlanın ortaya çıkış tarihi, strançdan daha şanlıymış meğersem, bilmiyordum, öğrenmiş oldum, sizlerle de paylaşmak istedim..

Eski zamanlarda Hint imparatoru, satranç oyununu yanında bir mektup ile hediye olarak Pers imparatoruna göndermiştir. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj yazmıştır:

"Kim daha çok düşünüyor,
Kim daha iyi biliyor,
Kim daha ileriyi görüyorsa
O kazanır.
İşte hayat budur..."

Pers imparatoru dönemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint imparatoruna hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister. Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer, daha sonra da on günde tavlayı icat eder ve imparatora sunar.


Pers imparatorunun baş veziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu; dünyanın en popüler oyunlarından biridir.

Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici.

Senenin birliği olarak tavla bir tanedir.
4 köşesi 4 mevsimi,
tavlanın içindeki karşılıklı 6'şar hane 12 ayı,
pulların toplamı ayın 30 gününü,
siyah-beyaz pullar gece ve gündüzü,
karşılıklı 12'şer hane günün 24 saatini simgeler...

Hint imparatoruna satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazırlanır :

"Evet,
Kim daha çok düşünüyor,
Kim daha iyi biliyor,
Kim daha ileriyi görüyorsa
O kazanır.
AMA BIRAZ DA ŞANS GEREKİR.
İşte hayat budur..."

Yazının devamını okuyun...

Pirelli Takvimi 2008

0

Saat: 12:06 | Yazar: Burak Doğan


İşte Pirelli Takvimi'nin 2008'deki hali..

Hiçbir zaman yapmadığım bir şekilde, tanıtım dışında direk olaya yönelik bir link verdim sizlere.. Açıklamalarını, düzenlemelerini elbette anlatacağım ama, Pirelli Takvimi'nin çoğu kişi için neler ifade ettiğini bildiğimden böyle bir yola başvurdum. Sizlere ilk resminden de bir parça sunmak isterdim ama, sitenin girişinde, hiçbir şekilde kopyalamayacağınıza dair bir yazı onaylıyorsunuz, bizde emeğe saygı diyoruz.. Şimdi gelelim ayrıntılara..

Takvimin sitesinde, ilk önce sizi İngilizce mi İtalyanca mı ağırlanmak istediğinizi soruyor.. Sizde gerekli cevabı veriyorsunuz.. Ardından hiçbir şekilde resimleri kopyalamaya izin olmadığını vs belirten bir yazı çıkıyor, onaylayıp siteye giriyorsunuz ve..

1964 yılından bu yana çekilen bütün fotoğraflar siteye yüklü durumda.. Fotoğraftakilerin kim olduğu, çekenin kim olduğu, nerede çekildiği, sanat yönetmeninin kim olduğu, hepsi "tag"lenmiş durumda:) İşin ilginci ise, 1964 yılında çekilen fotoğraflar bile o kadar başarılı ki, gerçekten etkileyici ve kaliteli bir gelenek olduğunu hemen fark ediyorsunuz..

2008 çekimleri Shanghai - Çin'de yapılmış.. Fazlasıyla mistik ve etkileyici renk tonları.. Bazı yılları kurcaladım, ender vücudun tamamının gösterilmediği fotoğraflardan oluşmuş bu seneki kolleksiyon..

Siteyi kurcaladıktan sonra yorumlarınızı merak ediyorum. Çünkü yıllardır merak edilen, belirli sayıda basılan ve sadece belirli kişilere gönderilen bir takvim bu. Aramızdan hiç kimsenin eski yıllardaki fotoları daha önce gördüğünü sanmıyorum.. Zaten 1 adet tanıtım toplantısı yapıldıktan sonra sahiplerine teslim edilir ve sadece o kişilerde olurdu bu takvim. Sonunda Pirelli'ye bu "Prestij Geleneği"ni internet camiası ile paylaştığı için şahsım adına teşekkürlerimi sunarım:)

Yazının devamını okuyun...

Doğan Cüceloğlu'ndan.. CAN'dır...

2

Saat: 11:50 | Yazar: Burak Doğan

Kaliforniya' da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi' nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. Ikinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, "Armudun iyisini ayılar yer" düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.

Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.

Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:

"Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?

"Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini"

"Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?

Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'

Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, "O şahane bir insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim" dedi.

O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının erkeğine, "Sen benim kahramanımsın" duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.

"Nasıl yani?" dedim.

"Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor."

Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu "ayı" olarak görüyordum. Içimdeki pislikten utandım. Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer' diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. Içinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.

Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış . Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum. "Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir, " dedi ve iki gün sonra, "Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler," dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.

Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, "O gün ben de aileme gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz, " dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık. Sally'nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.

Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. "Evet" yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum. "Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz", dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede George'a "Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz! " dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, "Tabii, onlar küçük insanlar!" yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.

O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.

Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.

Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir 'keşke' olmayacak.

Sally'e sordum: "Baban seninle randevulaşır mıydı?"

"Evet", dedi, "yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman geçirirdi. Ve ilave etti, "Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!". Gülümseyerek, "Nereden biliyorsun?" diye sordum.

"Biz Frank'le konuştuk" diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.

Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.

Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim. Işte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne yapabilirim? ' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın',mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.

Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!'diye yoğrulur.

Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.

Yazının devamını okuyun...

Mert Aydın'dan Kutsal Forma Örnekleri

0

Saat: 15:10 | Yazar: Burak Doğan


Bir önceki yazımda, Inter'in formasını neden değiştirdiğini ve ne amaçla kullandığını yazmıştım, daha doğrusu alıntılamıştım.. Şimdi ise, çok daha geniş, çok daha farklı örneklerin bulunduğu bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.. Sporx yazarı Mert Aydın, toparlamış, birleştirmiş ve Kutsal Formalar... başlıklı bu yazıyı bizlere sunmuş.. Bizede paylaşmak kalıyor..

Takımların formaları kutsaldır birçoklarına göre. Basit bir tişört olmaktan çıkmıştır taraftarın gözünde. Bu yüzden de belirli bir klasiğe dönüşmüştür bu formalar. Öyleleri vardır ki içindeki futbolcuyu tanımasanız bile mutlaka gözünüz ısırır bir yerlerden. Biz de bunlardan bazılarının hikayelerine göz atmak istedik.

İşte Celtic. Glasgow kentinin düşman kardeşlerinden Katolik olanları kendilerine has yeşil-beyaz enlemesine çubuklu formalarıyla hemen tanınır. Dedik ya içindeki futbolcuyu tanımanıza gerek bile yok. Öncelikle şunu belirtelim. İrlandalı Katoliklerin takımı olan Celtic’in formasının renginin yeşil olması kadar normal bir şey yok. Zaten Celtic maçlarında sıkça gördüğümüz yeşil ağırlıklı İrlanda bayrakları her şeyi açıklıyor. Ama ya peki o enlemesine çizgiler. Bunun nedeni aslında ragbiye dayanıyor. Baktığınızda ragbi takımlarının da formaları benzer şekilde. Amaç enlemesine çizgilerle sporcuları daha iri göstermek. Bu kadar basit...

Ajax’a bakalım. Onların da forması kendine hastır. Beyaz üzerine ortada kalın, kırmızı bir çizgi. Bu formanın hikayesi de ilginç. Aslında Ajax’ın forması beyaz, kırmızı ve siyahtan oluşuyormuş. Bunun nedeni de Amsterdam şehrinin bayrağının renkleri olmasıymış. Ne var ki takım 1911’de ilk kez 1.Lig’e çıktığında formasını değiştirmesi istenmiş. Çünkü o dönemlerde deplasman forması mantığı yok ve aynı renklere sahip Sparta Rotterdam, ligde yerini önceden almış. Sonuçta bugünkü forma siyahın çıkarılması üzerine dizayn edilmiş.
Juventus’un siyah-beyaz çubuklu formasının hikayesi daha da ilginç. 1897’de kurulan Tornio ekibi 6 yıl pembe bir forma giyiyor. Ne var ki hep aynı formalar giyildiği için renkler soluyor. Bunun üzerine takımın İngiliz futbolcularından John Savage’a, “Bize forma bul” deniyor. Onun yardım istediği arkadaşı ise Nottingham’da yaşıyor ve Notts County taraftarı. Bugün Juve’nin giydiği klasik forma aslında Notts County’nin formasıdır. Ama gariban İngiliz takımının ününü çoktan aşmıştır.

Palermo, İtalya’nın güneyinde Sicilya Adası’nın takımı. Son yıllarda da ciddi anlamda güçlü bir takım oluşturdukları için pembe formaları daha fazla sırıtmaya başladı. Pembe- siyahlı forma için anlatılan hikaye de açıkçası aklımıza her daim çantasında taşıdığı Ace’yle Ayşe Teyze’yi getirdi. Kuruluş renkleri kırmızı-siyah olan Palermo’nun formaları yıkanmaktan pembeye dönüşüyor. Ayşe Teyze ortalıkta olmadığı için de doğal olarak pembe formaya talim ediyorlar.

Liverpool’un tamamı kırmızı formasına ve şortuna gelince. 1964 yılına kadar kırmızı forma, beyaz şortla sahaya çıkıyordu Liverpool. Bir gün menajer Bill Shankly, elinde bir şortla soyunma odasına daldı. Futbolcularından Ronnie Yeats’e, “Koçum şunu bir dene” dedi. Yeats giyindiğinde ağzı bir karış açık kalan Shankly, “Oğlum sanki 2 metrelik bir dev gibi oldun” diyordu. Bu denemenin ardından Liverpool hiç bırakmamacasına bugümkü kırmızı forma, kırmızı şort ikilisine kavuştu.

Athletic Bilbao ve Atletico Madrid aslında bilmeyebilirsiniz ama kardeş kulüp. İkisinin de kuruluşları birbirini takip eder nitelikte. Bilbao’da mavi-beyaz renklerle kurulan Athletic’i Madrid’de üniversite okuyan Bilbaolu gençlerin kurduğu Atletico izledi. Onlar da asıl tuttukları takımın rengi olan mavi-beyazı seçmişlerdi. İşin ilginç yanı bugün de iki takımın kullandığı kırmızı-beyaz çubuklu formaya ilk geçen Madrid ekibi oldu. Mavi kumaş bulmanın zorluğu, yorganlarda kullanılan kırmızı kumaşın bolluğu renk değişiminde başrolü oynadı. Ve kısa aralıklarla iki takım da kırmızı-beyaz çubuklu formaya geçtiler.

Barcelona forması da klasikler arasındaki yerini hep korumuştur. Üzerine reklam da almazlar. O formanın hikayesini anlatmadan küçük bir anekdot. Barcelona 1992 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası finaline turuncu bir formayla çıktı. Bunun anlamı, “Biz Katalonya’yı temsil ediyoruz” dan ibaretti. Asıl formanın mucidi ise kulübün kurucusu Joan Gamper. Ya da Katalanca olmayan gerçek ismiyle Hans Kamper. Aslen İsviçreli olan Gamper daha önce formasını giydiği FC Basel’in formasını örnek olarak seçmiş. Zaten Basel’in maçlarını izleyenler iki takımın formalarının ne kadar birbirine benzediğini fark edecektir.

Fransa’nın Toulouse takımı da mor formasıyla dikkat çekiyor. Öyle bir mor ki vallahi Fiorentina’nınkinden daha fazla göz alıyor. Bu mor formanın nedeni Toulouse şehrinin menekşeleriyle ünlü olması. Hatta Menekşeler Şehri adıyla anılıyorlar. Ve bu yüzden de bugün hepimizi şaşırtan o formayla sahaya çıkıyorlar.

Arsenal’in forması da kendine hastır. Kırmızı ağırlıklı ama kolları beyaz forma. Bu formanın mucidi ünlü WM sisteminin de babası olarak bilinen Arsenal menajeri Herbert Chapman. 1933 yılına kadar aynı renklerde farklı forma giyen Arsenal’in hocasının beyaz kol fikrinin nerene çıktığı konusunda iki rivayet var. Bir tanesine göre Chapman, tribünde gördüğü bir taraftarda kısa kollu beyaz bir gömlek üzerine kırmızı süveter tespit ediyor. Bir başkasına göreyse birlikte golf oynadığı bir arkadaşının kıyafeti ona bu ilhamı veriyor. Hangisi doğru artık bilemeyiz ama en azından Arsenal’in herkes tarafından bilinen bir forması var.

Bu hikayelere daha onlarcası eklenebilir tabii ki. Her formanın, her forma renginin bir anlamı, bir hikayesi var. Galiba futbolu halkın, çoğunluğun sporu haline getiren de içinde saflık bulunduran bu hikayeler.

Yazının devamını okuyun...

Interle Başlayan Kutsal Formalar..

1

Saat: 14:21 | Yazar: Burak Doğan

Bundan 1 hafta kadar önce, Inter takımının Fenerbahçe karşısına çıkarken giydiği formayı eleştirenler oldu.. Neymiş efendim haçlı seferiymiş, o yüzden ne o savaş mı varmış, hristiyan alemi mi birleşicekmiş falan.. Ama hiçkimse araştırıp, Interin kuruluşunun 100. yılı olduğunu, o yüzden de Milano şehrinin bayrağını formasını formasına yansıttığını söyleyemedi. İşin ilginci, Inter bu formayı sezon başından beri giyiyor.. Kendi ligindede giyiyor, Şampiyonlar Ligi'nde de.. Bunun için hatta ayrıntı veren başka bir blogdanda alıntı yapalım;

Why the red cross on Inter Milan shirt?
In the Fascist era in Italy, the name Internazionale was not looked upon well and the club became Ambrosiana. During this time they wore white shirts with a red cross on them. Initially founded as Internazionale in 1908, the reverted back to their original name in 1942.

Yani diyorki faşist İtalya zamanında Internazionale adı il duce'ye biraz batmış ve klubün adı Ambrosina olarak değiştirilmiş. Bu zaman diliminde maçlara beyaz üzerine kırmızı haçlı formayla çıkmışlar. Bu formanın böyle bir geçmişi varmış yani. Kırmızı haç ise Legnano savaşından kalma bir sembolmüş. "The Cross of St. George" da deniyor. Kaynak: karamazov

Bu mevzunun üzerine Sporx yazarlarından, yazılarını keyifle okuduğum, görüşlerini beğendiğim ender yazarlardan olan Mert Aydın süper bir yazı yazmış, onuda bir sonraki yazımda bulabilrisiniz..
Yazının devamını okuyun...

Hakim ve Savcıları da Artık AKP İktidarı Seçecek..

2

Saat: 11:23 | Yazar: Burak Doğan

Evet artık durum bu noktaya geldi.. Sürekli konuştuğumuz bir şey vardı.. AKP'nin kadrolaşması, sürekli olarak her yere nüfuz etmek istemesi ve bunu gayet açıkça dile getirip gözümüze gözümüze sokması.. Önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı.. Ondan sonra kaç seferdir vetolanan Anayasa Mahkemesi Başkanı.. Sırasıyla hepsi ılımlı islamla kaynaşık kişilerden seçildi / atandı. Ama bu kadarı fazla.

Yasama, yürütme ve yargı, cumhuriyetin 3 temel niteliğidir. Hepsinin birbirini kendi içinde kollar, dikkat eder, kontrol eder durumu vardır. Bu şekilde işlerin sorunsuz yürümesi amaçlanır. Bu ayakların her kısmı önemlidir ancak, her şekilde yargı "bağımsız"dır. Ya da bağımsız"dı". Bakın olanlara..

Bugünkü Bekir Coşkun'un yazısındada var. O da çok güzel bir şekilde açıklamış. Geçen dönem, "hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu için ve yargıyı siyasallaştırdığı için" cumhurbaşkanından dönen yasa tasarısı kabul edildi. Buda demektir ki, bundan sonra (ilk aşamada atanacak 4500 hakim ve savcı) AKP'nin atadığı 5 bürokrat ile Adalet Akademisinden sadece 2 kişi "mülakatla" kimin hakim-savcı olabileceğine karar verecek.

Yani artık hiçkimse kuvvetler ayrılığından ve yargının bağımsızlığından söz edemeyecek.. Ve buna hakkı elinden alınan Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu dahil hiçkimseden ses yok..

Bu işe kim ne zaman dur diyecek acaba? Bu milleti ve milletvekillerini ve cumhurbaşkanını ve anayasa mahkemesi başkanını ve yargıçları ve savcıları ve... Hepsini, bir kişi / bir görüş istediği gibi mi yürütücek, yönlendirecek.. Yok artık..

Yazının devamını okuyun...

Gphone mu Google Android mi?

0

Saat: 13:27 | Yazar: Burak Doğan

Uzun süredir tartışıla gelen bir mevzu var.. Google'ın ucuz enerjiye bile el attıktan sonra, artık cep telefonu piyasasına el atıp atmayacağı.. Çünkü malum, Türkiye'de herkesin hayat standardı cep telefonu kadardır, herkes bunu bilir, bunu söyler, bunu gösterir.. Neyse.. Özellikle I-phone çıktıktan sonra artan söylentiler, Google'ın gphone adı altında bir telefon üreteceğini bizlere fısıldıyordu.. Ama beklenen olmadı, Google bir açıklamayla bunu yalanladı ancak...

Söyledikleri şey bu sefer, cep telefonu değil, cep telefonu işletim sistemi üretecekleri.. Yani evet google bu piyasaya bir yerlerden dalacaktı ama kendi uzmanlık alanından seçti bunu.. Donanım değil, yazılım.. Adıda Android. Bu mobil işletim sisteminin görüntüleri var elimizde elbette :p O zaman sizi bu taraftan alalım, buyrun inceleyin kurcalayın..

Bu arada tabii Google'ın yaratıcısı Sergey Brin'i tanımayan varsa karşısına çıkınca şokda geçirebilir öyle bir video.. Bunun içinde, işletim sisteminde neler olacağı, hangi özellikleri taşıyacağı, gmap'den faydalanacağı, hatta bütün özellikleri var diyebiliriz.. işte video..




Yazının devamını okuyun...