Fenerbahçe'nin yıllardan beri en büyük şanssızlığı, Kenneth Anderson gibi bir pivot santrafor daha bulamamış olmasıdır.. Takımın şanssızlığı mı desek, yöneticilerin ve antrenörlerin beceriksizliği ve basiretsizliği mi desek bilemiyorum ama, her 1 Ocak'ta Alex'in yaşı bir bir ileri atarken, bu en önemli dönemimizi pivot santrafor bulamadan geçireceğiz gibi geliyor..
Türkiye Süper Ligi, futbol yapısı dolayısıyla, 3 büyüklerde de olsanız leblebi gibi gol atabileceğiniz bir lig değil.. Şu sıralarda, en yüksek gol ortalaması olan Galatasaray'da bile tek bir golcü yok, tüm oyuncular arasında paylaşılıyor goller. Tabii bunu Galatasaray'ın hem gol ortalaması, hem de hücumu defanstan daha çok düşünmesi dolayısıyla söylüyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, 2004 yılında geldi Alex Fenerbahçe'ye... Ondan önceki yakın süreçte ve ardından, türlü hücuma yönelik yıldız orta saha oyuncuları ve yıldız forvetler geldi.. Aklıma gelen başlıcaları Hooijdonk, Anelka, Ortega, Nobre, Kezman, Güiza... Fark ettiyseniz Nobre dışında hepsi daha önce oynadıkları liglerin yıldızları, gol kralları, hatta Maradona'nın veliahtları..
Alex ilk önce Hooijdonk ile anlaşamadı, Hooijdonk ayrıldı.. Genç bir Hooijdonk işimizi görebilirdi ama, artık yıpranmıştı.. Tam o zamanda büyük yıldız olmayan ama devre arasında Fenerbahçe'ye katılmasıyla takımı şampiyon yapan Nobre katıldı.. Belki de Alex ile en iyi anlaşan o oldu ancak, sisteme uygun bir topçu olması O'nun en büyük şansıydı.. O süreçte Anelka gibi ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu ancak şu anda idrak edenler tarafından zamanında b.k atılmaya çalışılan bir yıldız geldi.. Beraber oynadı, hem Alex ile anlaşamadı hem de sisteme uymadı.. Kezman yine aynı şekilde Alex ile anlaşamadı, tek forvete, Alex ile beraber oynamaya yatkın değildi, son vuruşu eksikti, zorla gönderildi.. Ve Güiza.. Alex ile anlaşamıyor, Semih bile ondan iyi anlaşıyor, son vuruşları çok kötü.........
Dikkatinizi çektiyse, sisteme adapte olamayan oyuncular, Alex ile iyi anlaşamayan kişiler.. Fenerbahçe'nin istikrar sağlamış tek oyuncusu mu Alex, yoksa geriye kalanların istikrar sağlayamamasını da Alex mi belirliyor bu bir muamma. Demek ki Fenerbahçe'de kalıcı olmak istiyorsanız, Alex gidesiye kadar ya onunla iyi geçineceksiniz, ya da onunla iyi geçineceksiniz.. Ama işin farklı da bir yönü var.
Fenerbahçe'nin son aldığı iki "kariyerli" forvet, son vuruş yüzdesi düşük oyuncular. Ya da Fenerbahçe'de bu yüzdelerini düşürdüler.. Kezman gibi Hollanda gol kralı olmuş bir oyuncunun ceza sahası köşesinden kaleyi tutturamamasını mi söylersiniz yoksa Güiza'nın kaçırdığı binlerce pozisyonu mu.. Tabii Güiza'da İspanya'nın bir sene önceki gol kralı! Yani futbolcular değerli ve başarılı, ama Fenerbahçe'ye gelince bu başarıyı bir türlü gösteremiyorlar..
Nedenler arttırılabilir. Tek forvet oynamanın zorluğu, dört defans oyuncusu arasında maç boyunca yıpranmak, takımın baskıya uyum sağlamaması ve sürekli besleyememesi, her pozisyondan bir sonuç çıkarma zorunluluğunun baskısı.. Sonuç olarak Kezman ve Güiza'nın bahtsızlığı ve beceriksizliği ortak.
Bu olayların üstüne, www.izlenmesiyasaktir.com sitesi, Güiza'yı süper bir dille eleştirmiş.. O kadar gol kaçırdıktan sonra, sözde Giüza'nın keşfedildiği videoyu yapmışlar.. Ama inanılmaz komik ve güzel olmuş.. Ufak bir değerlendirmenin üstüne, bu videoyu da sizlerle paylaşayım, tam olsun.. Sonuç olarak, kim şampiyon olacak ki? :)
Uzun zamandır şikayet ettiğim gibi Friend Feed ve Twitter'ın yazma hevesimi köreltmesinden ötürü, arada çok boş zamanım olduğunda ya da bu da mutlaka bir köşede bulunsun dediğim yazılarımı paylaşıyorum "Günlerden Bugün"de.. Bu yazma hevesinin körelmesinde askere gidecek olmamın da etkisi var, boş zaman geçirgeci oyunlarda iddia nedeniyle hırs yapmamın da.. Ama sonuç değişmiyor, ayda 2 - 3 yazıdan fazla girmiyorum bu güzelim altın kapalı defterin gümüş sayfalarına..
Yine günlerden bir gün, Friend Feed kurcalarken, bir de bakıyorum ki, uzun süredir hayranlıkla takip ettiğim Deli Profesör kardeşime bir kutu gelmiş, bunu da bizlerle paylaşmış.. Anlamlandıramadığım bir kıskançlıkla yazıyorum internet tilkimin adres kısmına açılış sayfamı, yeni kayıt diyorum, yaklaşık 2 dakikada hıncımı alıyorum ve yayınlıyorum! Yazı Friend Feed'e düşüyor, oraya yorum, yazıya yorum derken kafama dank ediyor: Yahu kargo ya benden önce Deli'ye gittiyse? Yok arık diyor, sızlanmaya devam ediyorum. Bu sefer başka bir şey takılıyor kafama: Yahu tamam da, geçen seneki seti aldın, jelin balsamın bitmedi, ayda ortalama sadece 2 defa bu 5 bıçaklı aygıtı kullandın, o da berber kapalı olduğu zaman. Madem öyle bu kıskançlık neden? Sonra kendi kendimi savunmaya geçiyorum: Zaten ayda 2 defa traş oluyosun, her seferinde jelide balsamıda kullanıyorsun, gittin bir de 5'li yedek paket aldın Migros'tan yeter de artmaz mı diye.. Bu ikilemde boğulmak üzereyken, iç hat telefonu çalıyor, acil girişe çağırılıyorum.
Gittiğimde kapıda bir kargo elemanı, elinde orta boy bir kutu. Bir haftadır girişteki arkadaşları uyarıyorum, Garanti Bankası başvuruda bulunmamama rağmen kredi kartı göndermiş, sakın benden habersiz bir şey teslim almayacaksınız diye. Malum kullanmak istemiyorum, geldiği gibi teslim almayacağım kendisini, geri göndereceğim. Onlarda kargocu görünce acilen beni çağırıyorlar..
Ortalama 10 dakika boyunca kargo elemanı arkadaşı sorguluyorum, banka kartı taşıyıp taşımadıklarına dair. En sonunda arkadaş yemin billah edecek duruma geliyor da, o şekilde teslim alıyorum kutuyu. Tabi bu arada, yazıların üstünden 10 dakika geçmiş olmasına rağmen hala aklıma setimin gelmiş olabileceği gelmiyor. Saf saf pakete bakıyorum, acaba bana kim ne gönderdi diye..
Paketi açıyorum, kapkara bir kutu, kendimi tanıtmam için parmak izine dokunmamı söylüyor. Tabi bu arada tüm bu muhabbetler sırasında tüm beraber çalıştığımız arkadaşlar etrafıma toplanmış, olanları izliyorlar. Bende parmağımı dokunduruyorum saf bir şekilde. Çıkan ses ile hepimiz irkiliyoruz: " Burak Bey.. Artık siz de titreşimli gücün farkını hissetmeye hazırsınız. Şimdi kutuyu açabilirsiniz.."
Kutuyu açıyorum ve sol üst köşedeki içerik çıkıyor karşıma.. Ben içindeki aygıtları alıp, kızarmış yüzümle benim tanımadığım ama beni tanıyan kişilere karşı olan utancımı paylaşıyorum hiçbirşeye vakıf olmayan arkadaşların ortasında. Gerçi onlar da oturmuş kutunun nasıl titreştiğini, sesin nasıl geldiğini, hoparlörlerin nasıl çalıştığını falan çözmeye çalışıyorlar kutunun orasını burasını yırtarak :) Hatta kendi parmağını koyup titreşip titreşmediğini bile anlamaya çalışan vardı aralarında :))
Neyse bu duygularla alıp gidiyorum eve yeni bıçağımı.. Yedek oalrak saklayacağım jel ve balsamı ayrı köşeye yeni oyuncağımı ise direk alıp banyoya gidiyorum. Maksat denemek değil mi yahu! Kullanmak içinse zaten ortam son derece uygun..
Surat tarla, başlıyorum çalışmaya.. Ben kestikçe o kıpraşıyor, o kıpradıkça şu kazık gibi sakallar yumuşuyor gibi geliyor.. Allah allah diyorum, eskisi de titriyordu ama bir türlü anlayamıyorum aradaki farkı.. Orasını burasını çevirdikten sonra, vazgeçiyorum, kendimi kıpraşımın yarattığı rahatlamaya bırakıyorum! Amaç, kıpraşımlı çözümün ardından çıkacak sonucun bir bebek poposu örneği mi olacağını ya da kıpraşırken bazı yerleri mi atlayacağını görmek... Bunun anlayabilecek tek kişi ise elbette kız arkadaşım!
Traş olunur, kıyafet değiştirilir.. Alsancak'a gitme amaçlı evden çıkarken telefon gelir, hatun kişinin evden alınması gerekmektedir.. Güzergah değiştirilir, hatun kişi apartman altında beklenilir ve o sırada aynaya bakmaya devam edilir. Eğer ki traş aygıtında bir değişiklik varsa, konu uzmanı olarak farkı o hissedecektir sonuçta.. Kapı açılır, arabaya biner ve daha öpmeden şu cümleyi patlatır:
Ne bu halin! Ben sana kirli sakalı daha çok seviyorum demiyor muyum yahu! Yine ölü gibi bembeyaz olmuşsun!!!
Sonuçta ben yeni Gillette'in fazlasıyla işe yaradığını öğrenmiş oldum ama, daha güzel karşılanmayı da hakediyordum doğrusu.. Ne yapalım 2 gün sonra istenilen kıvama geliriz herhalde..
Görüntünün sonundaki yorum, videonun anlamını bencede koyuyor ortaya.. Şu anda Fenerbahçe'nin içindeki dostluk ve arkadaşlığın üst düzeyde olduğuna inanıyordum, bunuda görünce üstüne kaymağı oldu..
Sene sonunda inşallah esas tacı takar başına Alex efendi..
Hürriyet Video'larını izlemek için Flash 7 veya daha yüksek eklenti yüklenmeniz gerekmektedir. Yüklemek için tıklayınız!!!
Maçın her yerde bilmem kaç farklı yorumu var.. Sonuç, Fenerbahçe'nin son 10 maçtaki 10. galibiyetini çok zor olmadan aldığı.. En iyi yorumları bir Galatasaray'lı cephesinden buradan, Fenerbahçe'li cephesinden ise buradan alabilirsiniz diye düşünüyorum. Benim yorumum çok kısa: İlk gole ofsayt, penaltıya penaltı değil denmesi önemli bir nokta değil. Önemli olan Galatasaray'ın ilk devrede bir, ikinci devrede 1 pozisyonu olması sadece... golü bile pozisyondan saymıyorum, maç içindeki geliştirilmiş ataktan bahsediyorum.. İlk devre Sabri'nin ortası, ikinci devrede Aydın'ın şutu.. Fenerbahçe'nin hastalığı ise attığı gol veya gollerden sonra bunu korumaya gitmesi.. 2 - 0 değil de maç 0 - 0 olsa takır takır oynamaya devam eder, yine istediğini alırdı..
Esasen gelelim konumuza.. Maç 2 - 1, Galatasaray Fenerbahçe'nin 2 - 0 sonrasında çekilmesinin ardından bastırıyor.. Orta sahanın sağında, tam 4. hakem önünde, maç boyunca hiç top alamayan ve yararlı hiçbir hareket yapamayan Keita tam ilk defa Carlos'u geçecek iken, Carlos'un faulune, daha doğrusu sarılmasına maruz kaldı. Herkes Carlos sarıyı gördü derken, koşa koşa gelen hakem Keita'ya kırmızı kartı gösterdi.. Sonra da Keita'nın ağır çekimde, düşerken vurduğu sağ kroşeyi hep beraber izledik..
Bu sırada pozisyon tekrar gösteriliyor, herkes Keita'nın çok kuvvetli olmadığını ve Carlos'u bayıltamadığını konuşurken ekrana Carlos geliyor doktor ile birlikte.. Artık bizim doktor mu Malzemeci bilemem ama, Keita'nın kızarmasının etkisini arkasına alıp, güzel busesi ile birleştirerek Carlos'un tam darbeyi aldığı yere konduruyor..
O sırada Carlos gülmeden nasıl ayağa kalktı bilmiyorum ama biz ekranın karşısında gerçekten yıkıldık.. Yurdum İnsanı'na buradan sevgiler gönderiyorum karşımıza burada da çıktığı için.. Maçın sonrası zaten malum..
Zamanında bir yazı yazmıştım Pepe Rosso hakkında.. Fiyatlarının gereğinden fazla yüksek, yemeklerinin ise çok iyi olmadığı hakkında.. Tam 2 sene sonra, o yazıma bir yorum geldi.. 19 Eylül 2007'de yazmışım, 28 Eylül 2009'da gelmiş yorum.. Pepe Rosso'nun yeni yerini açtığı birde orayı denemem gerektiği düşüncesini söylemiş "adsız"..
Bu aralar da oraya baya işim düşüyordu, yeni yerini sordum, Gül Sokak'ın Kordon'a bakan köşesinde olduğunu duydum.. Hemen meşhur Kardeşler Büfe'den Kordon'a çıkınca.. Oturduk, ilk açılan Pepe Rosso ile karşılaştırınca yer bulma gibi bir sorununuz hiç yok.. Hem yeni açılmış olması dolayısıyla insanların bilmemesi, hem de yeni mekanın eskisinin ortalama 3 katı büyüklüünde olması yer için muazzam bir alan kazandırmış.. Gittik güzelce oturduk yerimize.. Haliyle yeni personel, yeni bir nokta.. Ama aynı menü, aynı fiyatlar, aynı yemekler.. Bu sefer farklı bir şeyler denemek istedim. ( Tavuk Fajita 14 TL, Et Fajita 22 TL, Sarımsaklı Ekmek ve İtalyan Usulü Sarımsaklı Ekmek fiyatları sırasıyla 5,5 TL - 6,5 TL - 9 TL diye hatırlıyorum. )
Gördüğünüz üzere İtalyan Usülü Sarımsaklı Ekmek (Parmesan ve Fesleğen ile), Tavuk Fajita sipariş ettim ve Sprite istedim yanına da. Misafirim de sadece çorba içmek istediğini söyledi.
Çorba ve sarımsaklı ekmeğin gelmesi kısa sürede olduysa da, Tavuk Fajita'nın gelmesi neredeyse 45 dakikayı buldu. Ancak yemekten sonra bende duramadım, neden bu kadar geç geldiğini sordum. Nedenleri bir nebze mantıklıydı. Yeni açılan bir mekan olduğu için, mümkün olduğu kadar yemekleri bekletip, yeni mekanlarında güzel zaman geçirmemizi istediklerini, şayet daha erken isteseydim daha erken getirebileceklerini ilettiler. Benim seçeneğim ise, baştan bana gelip yemeği bekletip bekletmemelerini sormaları olurdu. Zaman hakkında bir sorunum yoktu, memnuniyetle bekledim. Ama dediğim gibi önceden sormaları daha iyi bir seçenek olabilirdi..
Yemeklere gelince.. Sarımsaklı ekmek (aslında daha çok ince ufak bir italyan pidesi) güzeldi ancak fiyatını düşününce çok da mantıklı gelmiyor. Tavuk Fajitas, çok güzel değildi ancak kötü de demek yanlış olur. Benim normlarıma göre 7/10 gibi. Tavuklar daha ufak kesilebilir, yeme zorluğu minimuma indirilebilirdi bir de.. Fajitas'ın en güzel yanı soslarıydı. Hem benim kese yoğurdu diye direttiğim, mekanın ise kendi özel ekşi yoğurdumuz dediği yoğurt, hem guacamelo sos hem de acı sos gayet güzeldi..
Sonuç olarak, evet geçen sefer gittiğimden daha güzel, daha ucuz ( 2 senedir fiyatlar aynı diye düşündüğümden bu da.. En azından zam gelmemiş.. Yoksa hala gayet yüksek..) ve en güzeli sıra beklemeden yenmiş bir yemek. Çorba + Sarımsaklı Ekmek + 1 içecek + Tavuk Fajitas + 2 Çay = 35,5 TL hesap..
Benim için yeni bir seçenek oluşmuş gibi.. Bir kaç sefer daha gittikten sonra fikrimi sabitlerim diye düşünüyorum.. En azından o önyargımı kırdım ve gidilebileceğini gördüm.. En nihayetinde şimdilik herşey dahil bir 6/10..
Menü ve diğer ayrıntılar için www.peperosso.com.tr
Şimdi buraya yazı yazdığımı gören arkadaşlar, az önce Friend Feed'de yaptığım yoruma istinaden baya güleceklerdir diye düşünüyorum.. Geçen sene aktif bir şekilde yazılarımı yazarken, Gilette'den tanıtım amaçlı gönderilen 5 bıçaklı Gilette Fusion Power Phenom setini teslim alıp kullanıp yorumlarımı yazmıştım.. Birde duydum ki, Gilette tekrar yeni bir set göndermiş, bizim eller boş kaldı :) Eh güncel bir şekilde yazmazsan adama set met göndermezler tabii :)
Deli Profesör kardeşim, al setini güle güle kullan.. Bana gelen giden yok, bu saatten sonra para versem bile satmayabilirler zaten.. Malum asker yolları görünmeye başladı.. Yazının devamını okuyun...
Evet bende bir Blackberry kullanıcısıyım.. Ve bir süredir de teknolojinin nimetlerinden faydalanabilmek için sevgili netbook ile Blackberry Bold'u mu kaynaştırmaya çalışıyorum. Telefon yanımızdaysa 3G sayesinde internet artık bizimle bunu anladık. Peki ya Blackberry mizi modem olarak nasıl kullancağız da internete bağlanacağız..
Bunun için her Türk gencinin uyguladığı sistemle başlıyorduk 2 gün önceye kadar.. Google! Ardından Blackberry Bold modem olarak nasıl kullanılır diye yazıp çıkan yönergeler ile Blackberry'i modem olarak tanıtıp, Bluetooth bağlantısını yapmayı başarabildikten sonra bilmemne ayarlarını alıp cart curt kodlarını bir yerlere yazıp dua etmeye başlıyorduk..
Ama artık gördük ki, RIM, Desktop Manager'i 5.0.1'e güncelleyerek bu sorunu kökten çözmüş.. Bilgisayarınıza Desktop Manager 5.0.1 kurduktan sonra, her zamankinden farklı olarak bir kutu daha çıkıyor karşımıza. IP Modem.
IP Modem'e tıkladıktan sonra, Avea sistem ayarlarının otomatik olarak tanıtıldığını görebiliyoruz. Turkcell ayarları için yapmamız gereken çok basit. IP Modem'e tıkladıktan sonra Özel Profil Ekle'yi seçin, ardından çıkan bölüme Profil Adı olarak Turkcell, erişim noktası için de internet yazın. Sonrası çok daha kolay! Bağlan tuşuna basmak...
Artık Netbook'um 3G'lenmiş durumda keyifli bir şekilde geziyor.. Bunun ayarlarını da tabii ki ben bulmadım.. Destekleri için tüm www.blackberry.gen.tr ekibine teşekkür ediyorum.. Şayet Blackberry Desktop Manager 5.0.1'i de indirmek isterseniz, şu adresten linklerine ulaşabilirsiniz.. Yazının devamını okuyun...
Kendimi bazen gerçekten kötü hissediyorum.. Bugüne kadar şu kadar yazı yazmışım, şu kadar yorum yapmışım, atar yapmışım, zaman geldiğinde saçmalamışım.. Ama öyle ya da böyle bir arşiv oluşmuş elimde. Peki neden bu şekilde bir his kaplıyor içimi?
Ben bu kod işlerinden hiç anlamıyorum, html'dir css'dir, vırttır zırttır elimi sürmedim. Artık öyle bir ütopya haline de geldi ki, ucundan bulaşmaya bile korkuyorum. Bir zaman bulsam da üstünde çalışsam diye düşünüyorum, nereden başlayacağımı bilmiyorum, kıskaçtayım.. Bu da beni kötümser bir havaya sokmaya yetipte artıyor bile.
İlk temam elbette Blogger'ın o an itibariyle dağıttığı temalardan biriydi. Sadece sağ tarafta görünen ayrıntıları sol tarafa almak istemiştim, bir arkadaşım yardım etmişti de oraya alabilmiştim.. Bir süre o şekilde takıldım. Sonrasında Erhan (MaFiAMaX) kardeşim el uzatıp 2. temamı kullanmamı sağlamıştı. Sağlamıştı diyorum çünkü benden html kodlarımı istedi, üzerinde oynadı, aldı yaptı etti, hazır halde bana gönderdi..
Son zamanlarda yazamıyorum.. Belki sürekli bundan şikayet ediyorum ama, düzenli olarak RSS'imi okuyup mümkün olduğu kadar yorumlarımla destek vermeye çalışıyorum takip ettiklerime.. Twitter ve ff'de daha az zaman aldığından orada 1 - 2 görüş paylaşabiliyorum ama burası gerçekten vakit istiyor. Bende çok ama saçma sapan yazacağıma az ama içerikli yazayım diye karar aldım kendi içimde. Bakalım bunu başarabilecek miyim :)
Dediğim gibi Friend Feed'i bu aralar çok kullandığımdan mütevelli, Wordpress alt yapısını kullanan blogların, yazdığı yazılara Friend Feed'den gelen yorumları, bloglarında gösterme şansları olduğunu gördük geçenlerde, Blogger altyapısını kullanan bloglar olarak da iç geçirdik. İç geçirmemiz uzun sürmedi, İdris Cin'in çalışmalarıyla Blogger'a da bu özelliği ekleyiverdik. Kendisine bu uzuuun yazıyla teşekkür edip, yaptığı çalışmanın linkini de vermek istiyorum. Blogger'a Friend Feed Yorumlarınızı Eklemek
Ellerine sağlık İdris Cin, bloguma katkıda bulunup, temamı uygun hale getirip uğraştığın, zaman ayırdığın için.. Çok teşekkürler.. Yazının devamını okuyun...
Evet yazamıyorum.. Bir kaç günlük gazı almıştım ama, yine sonucu baya hüsran oldu.. Madem öyle ben bir kafayı sıfırlamaya gideyim bu böyle olmayacak.. Friend Feed de boşlandı, Twitter de boşlandı, blog tamamen boşlandı.. 2. yıl kutlanacak, yazılar birikti.. Ama önce kafa boşaltmaca.. Hoşça kalın.. 25 Ağustos'ta görüşmek üzere.. Yazının devamını okuyun...
Fazla söze ne hacet.. 2009 - 2010 formaları büyük bir şovla tanıtılmış.. Galatasaray'ın formalarını Fenerbahçelilerin çizdiği, düzenlediği ve boyadığı arkadan arkadan konuşuluyor. Özellikle senenin flaş transferi Milka Çıtır Gofret İneği, bu sene Galatasaray'da 10,5 numara oynayarak Rijkaard'ın gözdesi olacakmış..
Bakalım, hayırlısı.. Galatasarayın çubuklusunun kaybolmasıda pek hoş olmamış tabii.. Ne de olsa Fenerbahçeliyiz, rakibimizi karşımızda morarmış şekilde olmasındansa eskisi gibi isteriz.. Galatasaray olmadan ne anlamımız var ki.. Yazının devamını okuyun...
Evet Milliyet'te çoğunuz bugün denk geldiniz bu amcalara.. Ama Yurdum İnsanının çok güzel bir yanını yansıtmıyorlar mı? Lehçelerimizin, şivelerimizin farklılığı hepimize ayrı bir tad, ayrı bir heves katmıyor mu.. Hadi o zaman hep beraber! Artik Sevmeycez Garii!
Devlet, mükemmel bir hareketle, akaryakıtta uyguladığı ÖTV oranını %8 daha arttırdı.. Peki ben bunu nasıl farkettim? Askere gideceğim için arabamı satmış olmama rağmen:) Şöyle bakalım..
Ben yarım yamalak hatırlıyorum benzinin 95 oktanının 3.10 seviyelerinde gezdiğini.. Geçen gün de haberleri kurcalıyorum, benzinde indirim diye üs üste her gün haberler çıkıyor.. Sonra arkasında, EPDK'nın akaryakıt dağıtım şirketlerine "çok para kazanıyorsunuz, yeter bu kadar kazandığınız" dedikten sonra tavan uygulamasına geçiş yaptığını öğrenmiş oldum. Yani "Ey akaryakıt şirketleri, bu kadar kazandığınız yetti, artık biraz da halk nefeslensin" dediğini düşünüp şaşırmıştım. Bunu da Üçkuyular Shell'in yanından geçerken gördüm: Kurşunsuz 95 oktan benzin 2.85 TL'ye kadar düşmüştü.
Ama bunun arkasından elbette bir şeyler geleceğini hesaplamak lazımdı, boşu boşuna bir anda benzinin % 10 fiyatının düşürülmesinin memleketimizde bir anlamı olmak zorundaydı. Ve o anlam kendisini hemen gösteriverdi:
Devlet, Özerk EPDK'nın yaptığı tavan fiyat uygulamasını kendisine fırsat bilip, akaryakıta uyguladığı ÖTV'yi %8 arttırıverdi... Dolayısıyla 95 oktan kurşunsuz benzin bir anda 3.15 seviyelerine tekrar geliverdi. Yani kısaca özetleyebileceğimiz mevzuda, devlet akaryakıt dağıtım şirketlerinin karını aldı, kendi cebine koyuverdi..
Ocak - Haziran bütçe açığı da açıklandı bu arada elbette.. 23.2 Milyar lira.. Arada geçiştirilen, iç sayfa haberleri ile... Maliyenin muhtemel bu ÖTV artışından beklentisi 4 - 5 Milyar TL imiş.. Aman dedik bu kriz zamanında milletin cebine yarayacak bir şeyler yapıyorlar, topu topu 3 - 5 gün sürebildi..
Yurdum insanına yeni bir başlangıç daha.. Uzakta kaldığımda denk gelmez ama yazacağım dedim ya, karşıma çıkmaya başladılar bile... Olay Kocaeli'nde geçiyor HABERTURK sitesinde yazan haberde. Linki burada.
Haberi de aşağıya ekledim linke tıklamak zor gelir diye.. Ama benim yurdum insanına olan bakış açımı iyi biliyorsunuz. İnanılmazlar. Önce haberi okuyalım, sonra yorumuna geçelim.
KOCAELİ’de 31 yaşındaki M.C, kümeste tecavüz ettiği tavuğu öldürdü. Gebze’de F.D.’ye ait bahçedeki kümese giren M.C., bir tavuğa tecavüz etti. Tavukların kaçışması ve sesler üzerine endişelenen F.D., kümese girince sapık M.C.’yi suçüstü yakaladı. F.D., panik içinde giyinip kaçmaya çalışan sapığı, komşularının da yardımıyla etkisiz hale getirirken, tavuğun telef olduğu anlaşıldı. Polise teslim edilen M.C., bir anlık hislerinin kurbanı olduğunu söyledi. Hakkında ’Hayvana kötü muamele’den işlem yapılan M.C., savcılığın talimatıyla bırakıldı.
Bir düşünün:
Elimizde bir haber var. Bu haberde bir tavuk tecavüzcüsü, telef olmuş bir tavuk, bir tavuk sahibi, bir de bu haberi yazan ekip var. Yorumlayanlar ise apayrı bir ekip zateni sırf bu konu hakkında ayrı bir yazı yazmak istiyorum bir ara.
Tavuk tecavüzcüsü yurdum insanı.. Çünkü memleketimizde eşeğe tecavüz eden de var, tavuğa tecavüz eden de, bilimum hayvanlara eden de.. Her yerde okuyoruz.. Arık günlük yaşantımızın bir parçası olmaya başladı. Pekiii.. Bu tavuğun gözlerini neden sansürlersiniz be haber ekibi! Neden yani.. Böyle bir haber nasıl girilir bu fotoğrafla, bu şekilde inanılır gibi değil.. Ya da ben mi hiç anlamıyorum bu işlerden ki?
Yurdum insanı 1 - tecavüzcü, yurdum insanı 2 - haber ekibinin tamamı, yurdum insanı 3 - 4 - 5 ve benzerleri ise yorum yapanlar. Bu konuyu sonra işleyeceğim evet ama sadece üç adet örnek size.. Neler olabildiğini siz düşünün..
1 - birdahada sucuklu yumurta yemem :)
2 - gözlerini görsem tanıcamda kapatmişlar rahmetlinin:)))
Evet, neredeyse 1,5 ay olmuş birşeyler yazmayalı.. Hatta o raddeye gelmişim ki, blogumun 3. yılını bile atlamışım, o gün bile kayıp gitmiş gözümün önünden..
Bu sırada neler mi yaptım? :) Yüksek Lisansımı bitirdim, askere celp evrağımı aldım, tecil için gerekli evrakları gönderdim, Leo Yönetim Çevresi Başkanlığı görevini bir başka Leo arkadaşıma devrettim.. İş yerinde yoğun çalışmak üzere kendime söz verdim, tutamadım. Aralık'ta askerden dönünce tam performans başlayacağıma kendime söz verdim, hatta kendimi tutamadım babama bile söz verdim. 3 senelik alışkanlık ne de olsa, bilgisayar başından, dolayısıyla muhasebeden kımıldayamıyorum..
Bilgisayar başından kalmayı başarabilsem herşey yoluna giriyor. Ne Friend Feed arıyorum, ne RSS Reader görüyor gözlerim. Ama bilgisayar başına oturunca, bağımlılık baş gösteriyor ve saatlerce kurtulamıyorum..
Tabii bu arada bel fıtığı ve sinüzit de oldum!
Askere gidesiye kadar, özellikle tezimin ve Başkanlık görevimin bitmesinin ardından daha yoğun bir şekilde bir şeyler karalayabileceğimi üşünüyorum.. Resmen özledim, blogumu, ff ve twitter ile aldatıyormuşum gibi geliyor.. Zaman mı buldum yazmak için ne.. :) Yazının devamını okuyun...
Fazla söze gerek yok.. Çalışan, isteyen, bazı şeyleri amaçlayan, başarıya aç ve yaptığı işi hakkıyla yapanları da bazen görebilmek lazım. Elime ulaşan sadece bir zincir mail. Ama yurdum Kaymakamını gelin okuyun.. Görün, örnek alın, şu dünyanın en güzel memleketini cennete çevirmek için elinizden gelenir ardınıza koymayın.. Tutun bişeylerin ucundan..
"Of Kaymakamı"
“Çılgın Türkler” yani mucizevi işler yapan Türkler günümüzde de var tabii... Mesela Of Kaymakamı Tuncay Sonel... Of ile Trabzon arasında çalışan yolcu otobüslerinin arka koltuğuna cepler diktirip içine kitaplar koydurmuş... İnsanlar artık 45 dakikalık yolculuğu kitap okuyarak yapıyor. Başka neler yaptığını şöyle anlatıyor: - 4 ay önce tayin olduğumda okul öncesi eğitim görebilen çocuklarımızın oranı yüzde 53 idi. Çocuklarını ana okullarına göndermeyen 200 aileye birer beyaz eşya hediye etmemiz büyük teşvik oldu. Oran şimdi yüzde 94. Bu başarıda payı olan 10 öğretmenimizi, Selanik gezisiyle ödüllendirdik. Her okulda, o ayın en çok kitap okuyan öğrencisine bir kitap ve bir altın hediye ediyoruz. Of’ta 3 bin 167 okuma - yazma bilmeyen olduğunu belirledik. ‘Öğren okuma - yazmayı, al altınını, diplomanı’ adını verdiğimiz kampanyamızla, bir yıl içinde bu sayıyı sıfıra indireceğiz. 212 öksüz - yetim çocuğumuz var. Bu yavrularımızdan, anneniz - babanız sağ olsaydı, onlardan en çok ne isterdiniz, konulu bir mektup yazmalarını istedik. O mektuplarda ne yazmışlarsa kendilerine alıp hediye ettik. - Başka? - Çay ocaklarına kitaplıklar yaptırıyoruz. 18.30 - 19.00 arası kitap okuma saati olacak. Bunda da altın ödülümüz var. İlçemizde 4 yıllık üniversiteyi kazanan öğrenci sayısını ikiye, üçe katlamaları halinde öğretmenlerimizi İtalya gezisiyle ödüllendirileceğiz... Tuncay Sonel hakkında söylenen şu: Onun gibi 100 kaymakam olsa ülke kurtulur... Yazının devamını okuyun...
Bundan ortalama iki sene önce, bu blogu yazmaya başlarken, takip etmeye başladığım bloglardaki en önemli kriter RSS takipçi sayısı gibi gelirdi.. RSS takipçisi ne kadar yüksek olursa o kadar önemli ve takip edilesi olurdu benim için..
Haliyle, bir işe girişirken bazı hedeflerde insanın üstüne yapışıveriyor otomatik olarak.. Ne zaman 1000 tekil ziyaretçiyi geçebilirim acaba, ne zaman tekil ziyaretçi ortalamam 1000 kişi olur acaba, Google Adsense'den ilk ödemeyi ne zaman alabilirim acaba, RSS takipçi sayım üç haneyi ne zaman geçer acaba...
1000 tekil ziyaretçiyi zamanında geçtim, 4-5 defa Google'dan ödememi aldım nedenini anlamadığım bir şekilde banlanasıya kadar.. Bu arada, 1000 tekil ziyaretçi ortalamasının aktif bir şekilde yazmadan hayal olduğunu da öğrendim. Tabi herşey zamanla diye düşünüyordum ama, aktif bir şekilde 4 aydır yazmadığımdan ötürü, RSS sayacımın sürekli düşeceğini düşünüyordum.
İlk aylarda düştüde.. 80'lerden 70'lere, 65'lere geldi.. Tamam yazamıyorum ama, sanki göstermem gereken özeni bloguma gösteremiyorum, o da bana kızıyor gibi gelmeye başlamıştı.. Bu sırada Twitter'ımı aktif olarak güncelliyor ve takip de ediyordum o ayrı.. Ama Twitter'da beni rahatsız eden birşey vardı: http://ff.im/ ile başlayan tıklanabilir linkler topluluğu.
Bu friendfeed de ne kadar çok etkilemeye başladı, Twitter, Twitter olmaktan çıktı diye söylene söylene sesli düşünmeye başladım. Ama bir süre sonra yazanların linklerine tıkladıkça aktif konulara eğilim göstermeye başlayıp friendfeed'e üye oldum, "like"layıp, yorum yapmaya bile başladım. Ama bu sefer, ben aynı hataya düşmeye başladım, Twitter kullanıcılarını sanki rahatsız ediyormuşum gibi.. Ama zamansızlığın gözü kör olsun diyerek 1 Temmuz'a kadar bu şekilde devam etme kararı aldım.
Ama sanıyorum ki, üç haneli RSS sayılarına yükselmemin nedeni de friendfeed oldu.. Oradan görüşlerini takip ettiğiniz kişiler veya sizin görüşlerinizi takip eden kişiler ile bağlantıya geçtikçe, "fazla zaman ayırmadan" ama "blogları aktif olarak takip eden kişiler" ile konuşulmaya başlandı ve sitenin "kayıtlı" trafik sayısını yükseltmeye başladı..
21 ay sonra, bugün tarihi bir gün, bugünü de tarihe not düşeyim.. İlk kez RSS kayıtlı okuyucumda üç haneli bir rakam yazıyor.. "102"
Temmuz'dan sonra, askere gidesiye kadar daha aktif bloglamayı, en azından eskisi kadar aktif bloglamayı düşünüyor, hayal ediyorum... Bakalım o günlerde bu inişli çıkışlı trend nerelere götürecek RSS okuyucularını.. Yazının devamını okuyun...
23 Nisan 2009.. Bu tarih, blogumda bir kardeşime yer vermenin zamanıydı, düşünüyordum FriendFeed'deki önerilerin üstüne, kime yer versem, kiminle bu sayfayı paylaşsam diye.. Malum biz büyüdük ya hani, Başbakan koltuğuna bir kardeşimize oturttuğu gibi, biz de sayfamızı bir kardeşimize bırakacaktık bir günlüğüne.. Oturdum düşündüm, yine FriendFeed'deki öneri çok hoşuma gitti. Şöyle ki;
Tohum Otizm Vakfı'ndaki kardeşlerimize bu sayfayı ayırmayı öneriyorlardı bazı arkadaşlarımız, bende bu düşünceyi çok güzel bularak Cankız Onur Kum ile bağlantıya geçtim. Süleyman kardeşim de, öğretmenlerinin katkısıyla bana kendisi yaptığı "Dünya Haritası"nı göndermiş.
13 yaşındaki Süleyman kardeşimin yaptığı resim, en az 5 gün ana sayfamın en üstünde duracak, şimdiden sözünü veriyorum..
Aynı zamanda Cankız Onur Kum'a da bu fırsatı bize verdiği için çok teşekkür ediyorum..
Artık kitaplara girmiş, kendini kanıtlamış, bir türlü önüne geçilemeyen sonuçlardan sonra ÖSS test kitaplarına girmiş olması da son derece etkileyici.. Nedir bu Galatasaray'ın çektiği kardeşim.. Ya da Galatasaray'lı öğrenci ne yapsın bu soru karşısında? :) Yazının devamını okuyun...
Yine bir derbi, hemde derbinin en kallavisi.. Galatasaray Fenerbahçe... Nam-ı değer dünya derbisi, yeryüzündeki en büyük derbi falanda filan... Adı, sanı, kavgaları büyük kalmış, kendisinde 1 dakika top oynanmayan boş maçın adı, Türkiye'de derbi olmuş..
İlk önce oturtup Bir Barcelona - Real Madrid, Boca - River falan izletmek lazım bu oynayacak adamlara.. Çünkü artık bir derbinin çekiciliğini kaybetmesi için ne yapmak gerekiyorsa yapmaya başladılar.. Derbinin çok büyük bir üstünlük gösteri merkezi, takıma ait olma onuruna erişme ya da taraftarla bütünleşme noktası olduğunu çoktan unuttular, hatta bıraktılar gittiler.. Çıksalar maça, başlasa iki takım da takır takır top oynamaya, bir o taraf atsa, bir bu taraf, sonunda "sahalarda görmek istediğimiz hareketler" oluşsa, bizde derbi izlemiş olsak..
Hadi bunları bir kenarıya bıraktık.. Üç senedir Sami Yen'de yaşananlar artık sabır taşıracak hale geldi.. Artık Mecidiyeköy'deki gecekondu görünümlü stadda, maç izleyenden çok, maçı oynatmamaya çalışan taraftarlar var. Tamam tamam, Hıncal'ın dediği gibi Kadıköy'ün de tapusu yok, izni vs yok, orası da gecekondu olsun sizin gözünüzde, anlaştık..
Küfürün olmaması imkansız gibi, bunda zaten hemfikiriz. Bunun için en büyük çalışmayı yapanın da lütfen Fenerbahçe olduğunu objektif olarak kabul edelim. Pekiiii, şu pet şişe yağmuru yaşanan maça ne demeli? Bu şekile bir maç nasıl oynanır değil asıl soru, bir yönetici, bir Başkan buna nasıl izin verebilir? Dünyadaki en büyük derbilerden birinin bi yerine su kaçırmaya kimin ne hakkı var ki? Hemde 90 dakika.. Normalde o kadar su o stadda, herhalde 48 saat Le Mans yarışları yapılsa anca stoklanabilir.. Kadıköy'de Mondragon'un kulağının dibinde patlayan "ses bombası"- halk tabiriyle "torpil"i de bunun karşısında söylediniz dile getirdiniz, bu paragraf hakkında da söyleyebilecek birşeyler buldunuz hadi..
Ama bu paragraftan, Galatasaray'lıların bile isyanı var, dile getirmeden duramayacağım.. Maç bitti, bitmeden önce sağlam kavgalar çıktı, o ona vurdu, o onu ıssırdı hem de ayağına bastı! Ama aynı zamanda öbürü de diğerini yakasından çekti, ötekisi yakasından çekti diye bastı tokadı, öbürü de yumruğu.. Tut, çek, vur, ittir, boğazını sık.. Yahu dünyanın en büyük derbisi diyoruz, birbirinizi öldürün demiyoruz ki... Neyse. Şu anda maç ile ilgili herşeyi unutmuş olsanız ve şu videoları izleseniz ne düşünürsünüz?
Yorumum en altta, gelin videoları da beraber izlemiş olalım..