Uzun zamandır istiyorduk… İzmir ya da Çeşme… Farketmezdi!
Mutlaka gidilecek,bu yaz keyfli bir akşamda keyfimizi katlayarak dinlenecekti…
Çeşme oldu, çok ta güzel oldu! Güzelim mehtaplı Çeşme gecesinde, Açıkhava tiyatrosunun hoş esintisi eşliğinde, müzik keyfi listemizde Candan Erçetin’e de bir “+” koyuldu…
Konser saat 21.00 itibari ile başlayacaktı, saatler 20.45’i gösterdiğinde Çeşme AçıkHava Tiyatrosu’nun önünde ciddi(!) bir sıra oluşmuştu. İlk görüşte korkutan ama neyse ki hızla ilerleyen bir sıraydı bu. Bu yıl Avea sponsorluğunda gerçekleşen konser için tabii ki de Avea tarafından reklam standları kurulmuştu dört bir yana. Açıkhavanın sıcağını düşünerek promosyonel malzeme olarak minik yelpazeleri seçmişlerdi. Tüm misafirlere dağıtıyorlardı hem bilet kontrolü öncesi.
Bilet kontrolünün ardından, çanta kontrolü ve fotoğraf makinesi/kamera sorgulaması… Sağ tarafta üzeri kara bir tepe’yi andıran bi manzara… Tahmin edeceğiniz gibi bir Türkiye klasiği, içeride çekim yapılması yasak mantığı ile toplanan fotoğraf makinaları ve kameralar… Üzerlerine birer parça,gelişi güzel yazılmış beyaz not kağıdı, ne isim okunuyor,ne de düzgün yapıştırılıyor. Yani tüm hakları sadece içeriye biletli giren izleyicelere karşı saklı olan konserden görüntü almamanız adına sizden zorla alınan makinanızı,konser sonrası bulmama/bulamama ihtimaliniz oldukça yüksek… Bu arada tüm hakları biletli müşteriye saklı diyorum, çünkü çevre evlerin balkonundan ütün türk zekası ile istense tüm konser görüntüsü indiregandi yapılabilir!
Saat 21.15,yerler yavaş yavaş doluyor, ancak halen beklenen doluluk yok… Malum İzmir insanı… Rahat,sakin,son dakikacı… Derken simsiyah sahnenin ortasında simsiyah adamlar beliriveriyor. Orkestra da tamam yani. Yerlerini alıyorlar,saat tam 21.30 iken başlıyor müzik… Ve simsiyah sahnenin ortasına mercan rengi zarif elbisesi ile süzülüveriyor Candan… Konser ana iki bölümden oluşuyor, ilk bölüm vurucu Candan parçaları,slow şarkılarla düzenlenmiş. Artık yeterli doluluğa ulaşan Açıkhava hep bir ağızdan eşlik ediyor parçalara…
Öyle büyük bir haz ki bu; Tek sesli bir konser dinleyebilmek. Vokalistsiz,sesi bastırmaya çalışan aletsiz… Pure,kulak okşayan,iddaalı,net,doyurucu bir ses! Toplam 3 kostüm değiştiriyor Candan, sallanmadan,son derece hızlı ama tamamiyle yenilenmiş şekilde dönüyor sahneye her defasında… Ve başlıyor yeniden lezzet seansı! Konserin ikinci bölümünde ise tamamiyle hareketli parçalardan oluşmuş bir repertuar hazırlanmış. Ve tabii ki bir Candan klasiği, Fransızca ve Yunanca şarkılar da mevcut. Dinlerken insanın sadece eşlik edebilmek için Fransızca öğrenesi geliyor bir anda,hatta o seslerin yakınından bile geçemeyeceğini bilmesine rağmen:)
Saat 24:00’ı geçiyor… Artık yavaş yavaş sonuna geliyoruz konserin… İtiraf etmeliyim ki, ilk defa Candan Erçetin konserine giden ve gitmeden önce bilerek konser hakkında hiçbir yorum okumadan giden bir seyirci olarak tüm konser genelindeki keyfim, final anlarında katlandı,büyüdü! Tek tek orkestrasını tanıtan Candan, Şef’in belirlediği Latin konseptini kendi enstrümanları eşliğinde yorumlayan her bir takım arkadaşına eşlik etti Shaker’ı ile… İ-na-nıl-maz keyifli bir finaldi… Özellikle Mustafa Süder performansı gerçekten keyif koması idi!
Uzun lafın kısası, zaman doyuruculuğu, repertuarın doğru konumlandırılması, keyifle ve uyumla çalışan bir ekip, gerçek ses, ambians… Candan’lı saatler Çeşme Açıkhava’da çok keyifliydi… Yazının devamını okuyun...
Bildiğiniz gibi Casillas, turnuvanın başında, sahanın kenarında spikerlik yapan kız arkadaşıyla kesiştiği için kötü gol yedi yorumları yapılmıştı.. :) Kabul edelim, Casillas gibi bir kaleci için yapılmayacak bir eleştiriydi..
Bu sözlere en güzel cevabı ise kaptan kupayı alarak gösterdi.. Peki ya kupayı aldıktan sonra ne yaptı sizce?
Sabah saat 8:20 , yine fırlayıverdim yataktan… Tatil bende böyle bir etki yaratıyor işte,uykuya ihtiyaç duymaksızın geçen zamandan maksimum fayda alma çabası…
Bir bakalım, en son nerede kalmıştık ? Hmm, evet! Demiştim ki; “ Yarın sabah Kuum’un güzel kahvaltısıyla güne başlamaca… Ardından diğer sürpriz mecrasına doğru yola koyuluş… Sevgilim ince yol hesapları yapıyor, elinde bir minik harita,bana göstermeden,belli etmeden… Alınabilen tek bilgi; “ Yaklaşık 3 saatlik bir yolumuz olacak sevgilim.” Heyecan dorukta! Kuum Hotel sürprizi ile tavan yapan beklenti-beğeni ilişkisi bakalım ne yöne harekette bulunacak…”
Yapılan sevgili hesaplarına göre yaklaşık 3 saat sonra “yeni tatilimizin” keyfine dalıcaz… Kuum'un etkisine kapıldık… Öyle çabuk geçti ki zaman,doyamadık… Eşyalar hazır,veda vakti geldi… Keyifler yerinde,çünkü tatil tüm hızı ile devam ediyor! Yola koyulduk, ardı ardına geçiliyor tabelalar, kilometreler ilerledikçe çoklu alternatifler azalmaya başlıyor… Son görülen tabela Marmaris ve Datça’ya indirgiyor alternatifleri : )
Nereye girdiğimizi anlayamadan , “bak bak ne var,kuş var orada” misali kandırılıyorum… Tabela geride kaldı… Üstelik bildiğin yemyeşil bir yol burası… Hızla bir ormanın içine ilerliyoruz sanki… Ağaçlar arasından pırıl pırıl bir koy görünüyor, muazzam tekneler var koyun hemen ağzında… Burası mı diyorum, muzur bir cevap geliyor “ ı ıııhhh” : ) Biraz daha devam ediyoruz, ormanın arasından önce kocaman bir bina görünüyor,ardından da kocaman bir giriş kapısı beliriyor. Beyaz giyimli bir görevli geliyor,ismimizi soruyor, elindeki listeye baktıktan sonra, gideceğimiz yolu işaret ediyor. Bu kocaman yerde belli ki işler son derece planlı yürüyor.
Girişe ulaştığımızda check in işlemlerimiz sırasında bizimle ilgilenecek olan görevli elinde egzotik kokteyl bardakları ile bizi karşılıyor, nereye geldiğimizi şaşırtıyordu : )
Kokteyllerimizi yudumlarken inanılmaz bir koy içerisine konumlandırılmış Select Maris’i kuşbakışı izliyoruz… Manzara inanılmaz! Plajlar(!), Havuz, Deniz, Dinelneme locaları, Restorantlar… Hepsi mükemmel görünüyor… Bir de karşıda yine kendilerine ait olan bir ada, tavşan adası…
Oda 7.katta, deniz manzaralı… Balkondan görüntü yağlı boya bir tablo sanki… Eşyalar bırakılıyor en acele haliyle, doğru plaja… =) Ama hangisine???
Plajlara ve restorantlara inmek için otel lobisinden Havuz kısmına iniliyor, oradan da horizontal lift yani yatay bir asansör kullanılıyor. Etrafta gün içinde miskinlemek için çok sayıda detay var; hamaklar,rahat oturma gurupları,şezlonglar,salıncaklar… Toplam 6 tane plaj mevcut, ulaşım shuttle bot ile sağlanıyor. Dolayısı ile çektiğiniz her fotoğraf karesinde bir beyaz shuttle bot vızır vızır yer değiştirirken görülüyor hep : )
Plajların hepsi ayrı güzel, her birinin bir başka teması mevcut isimlerinden de anlaşılacağı gibi ; Aile-Oasis Plajı , Sessiz Plaj , Palmiye Plajı , Su Sporları Plajı , Serbest Plaj (Nu Plaj)
Biz de shuttle ile birlikte vızırvızır yer değiştiriyoruz tüm plajları görmek için : ) Bu sırada da şahane animasyon çifti ile karşılaşıyoruz… Kostümler, makyajlar süper, hele ki dialogları anlatılmaz yaşanır cinsten : )
Öğle yemeği vaktiiiiiiii : ) Herşey dahil sistemli otellerde genel durumdur, yiyecek hiiiç birşey bulunamaz… Tabak bi dolu şey ile doldurulur, belki bu fena değildir diye ama sonuç hüsrandır hep! İlk defa seçerek aldığım herşeyden memnun kaldım bir açık büfe kavramında. Yiyecek, içecek ve servis kavramları son derece başarılı idi. Mutfağa ve Restoranta son derece önem vermişler belli ki… Hatta bu konudaki hassasiyetleri farklı boyutlara da varmış, denizdeki minik balıkları ve bizler yemek yerken etrafta uçusan minik kuşları da düşünmüş, onlar için de birer restorant inşaa etmişler : )) Şimdi havuz vakti… Şezlonglarımız telefonlarıımıza emanet, çünkü biz havuzda möfürdemekle meşgulüz : ) Havuz apayrı bir güzelllikte… Ucuna geldiğinde kendini o eşsiz denizle birleşecekmiş gibi hissettiryor insana… Çok hoş bir bar ile bütünleştirilmiş. Otel’in iç dizaynı oldukça şık… Dekkorasyonda kullanılan güzel ayrıntılar koskocaman yapının içinde bir butik otel sevimliliği katıyor zaman zaman… Akşam yemekleri haftalık olarak farklı temalarda düzenlenmiş. Örneğin; Akdeniz Gecesi , Tex Mex Gecesi gibi… Şanslıyız ki konakladığımız 2 gece de balık teması kullanılmamıştı :) Özellikle TexMex gecesi ellerimle yaptığım Burritolar ve Tacolar sebebi ile oldukça keyifli idi. Yemek sonrası içkilerimizi yudumlarken,hafif hafif esen muhteşem havada güzel müzikli bir hamak keyfi…
Sabah kahvaltısı minik kuşların masamızdaki şımarık turları ile başlıyor… Tabaktaki her bir parçadan bir minik gaga tatmak istercesine dolanıyorlar… Peynirler son derece başarılı, dolayısı ile kahvaltı sınıfı geçiyor! Özellikle sevgilimin benim için yaptığı succuklu-hellimli tost kahvaltının yıldızı olmaya aday* : ) Ne çabuk geçti 2 gece 3 günlük, tatilimizin 2.kısmı... Artık geri dönüş zamanı… Tatilimizin ilk etabı muhteşemdi, ikinci etabı da bir o kadar iddaalı! Kuum ile başlayan tatil serüveni Selected Moments sloganıyla sona eriyor… İkisi birbirinden çok başka… Ama ikisi de keyif koması* Bir sonraki tatilimizi iple çekiyorum şimdiden… Yeni serüvenlerde, keşfedilmeye değer yeni mekanlarda görüşmek üzere… Yazının devamını okuyun...
Blogumun cebren ve hile ile sevgilimin eline geçmesi demek, elbette benim yazmayacağım anlamına gelmiyor herhalde değil mi.. Yani öyledir herhalde, en azından şimdilik hala kullanıcı olarak sisteme yazı yazabiliyorum :) Sanırım biraz da kendisinin bu işe girişmesiyle, blogu eski çerçevesinden alıp yeni yüzüne doğru çevirmeye çalışacağız.. Bazen gittiğimiz oteller, bazen de yemek yediğimiz yerler olacak bu sayfalarda.. Gurmeymiş, eleştirmenmiş modlarına bürünüp hiçbirşey beğenmeyeceğiz yani kısaca :)
Şimdi biz, bu hatun kişisinin anlattığı gibi güzel bir tatile çıktık.. Malum askerlik adamı en iyi yerde bile olsa yoruyor, insan kafasını boşaltmak istiyor bir süre hiçbir şey düşünmeden.. Zaten askerdeyken belliydi diğer yazıda ayrıntılarını anlatacağımız otel, Kuum Otel geldiğim hafta içerisinde belli oldu. Malum hatun geçen seneden burayı çok beğenmişti ve buda demekti ki: "En yakın zamanda gidile"
Ayarlamalar yapıldı, fiyatlar alındı, bağlantılar yoklandı, dostlarımızın parmağı dokundu ve normal fiyatından daha uygun bir fiyata yollandık.. Tabiiki İzmir'den çıktığımız anda sevgilimin hangi otele gittiğimiz hakkında en ufak bilgisi olmasını bırakın, hangi şehre bile gittiğimizden haberi yok!
Yolda tabelaların bizi az zorlamasının ardından gideceğimiz yolu bulduk. İzmir'den tam tamına 2 saat 40 dakikada, molasız bir şekilde vardık Kuum Otel'e.. Fotoğraflarını ve manzarasını zaten az önceki yazıda gördünüz. Ben benim için önemli olan ayrıntılardan bahsedeceğim şimdi:
-Kahvaltı: Her yerde bu özellik için en önemli ayrıntı Beyaz/Ezine Peyniri'nin kalitesinden geçer bizim için! Gerçekten çok iyiydi. Üstüne, menemendeki yumurta tadı o kadar ince ve olması gerektiği gibiydi ki, tam 25 senedir yumurta yenmesi öğütlenen sevgilim bile menemen yedi! İnanılmaz, bizim için 10/10 -Odanın banyosu! Tamamen cam ve odanın içinde! İstendiği anda aradaki perdelerle kapatılabilen bir yapı oluşturulmuş ama inanılmaz kaliteli.. Lavabosundan yerdeki taşlara kadar.. 10/10 -Odanın içindeki iPod için JBL dock! Yok artık yahu! Bu da nasıl düşünülür ki! 10/10 -Spa! Her ne kadar sadece gezebilmiş de olsak inanılmaz bir terapi zenginliği ve 32 ayrı oda! Bir tanesi ise sevgililier için özel düzenlenmiş ve iki kişi aynı anda masaj yaptırabiliyor. Gerçekten Türkiye'nin en iyileri arasında neden olduğunu gezdiğinizde bile anlıyorsunuz! Chinese ve Japanese teyzeler ise işin bonusu! Çok şirin gülüyorlar! 10/10 -Otel personelinin çalışma sistemi: Müşteriler için çözüm yaratıcı, inanılmaz nazik, her problemi en kısa zamanda halleden ve otelde kaldığınız süre boyunca tabiri caizse sizi en iyi şekilde ağırlamaya kendilerini adayan kişiler.. En ufak bir somurtkanlık, surat sallamaca, tabi tabi yaparız dedikten sonra atlama olmaz mı yahu.. Bodrum'a gidip yemek yemek istiyoruz akşam ama alkol alamayacağız malesef dedik, yanımıza şöför vermeyi önerdiler, o derece! 10/10 -Manzara: Balkona adım atış, koltuğa kuruluş, kendinden geçiş aşamasının birebir anlatımı! 10/10 -Sessizlik: Tarihlerin Mayıs ortası olmasına rağmen restaurant olacak ana iskelenin hala tamamlanamamış olması ve çalışmaların sabah saatlerinde mecburen başlıyor olması biraz sıkıcıydı ama sezon öncesi artık, yapacak bişey yok.. Sessizlik 5/10 -Bodrum Yolları!: Otel ne yapsın, kendi önünü muazzam güzelleştirmiş ama, Bodrum Belediyesi etrafta savaş varmış gibi hendekler kazıp kapatmadan bırakmış! Tüm Torba - Türkbükü - Yalıkavak - Gümüşlük yolları tam bir felaket! Olacak gibi değil! 0/10
Aklıma şimdilik gelenler bunlar.. Pek yakında Tango Argentino ayrıntıları ve tatilin 2. bölümü.. Bu arada, birisi bana photoshop öğretsin lütfen! :D Ya da yol göstersin! :)) Yazının devamını okuyun...
Limon’u muhtemelen duymuşsunuzdur… Gümüşlükte, “ en lezzetli gün batımı” sloganıyla geçen yazın popüler alternatif miskinleme mekanlarından… Evet bence en doğru tarif bu Limon için çünkü daha kapısından adımınızı attığınızda sakin,sessiz,düzenli ama miskin havayı seziyorsunuz… Herşey çok doğal, çoğu mobilya bile el yapımı… Hemen hemen hepsinde bir detay var, hepsine bir ruh kazandırılmış,bir kimlik; Limon! Hava hala inanılmaz güzel… Püfür püfür esiyor ağaçların arasındaki bu küçük mekan…
Bu kadar yazılıp çizilen bir yer, bu denli beğeni toplamış madem, bakalım bir menüye neresindeymiş bu Limon’un sihiri,kerameti… Mekandaki her şeyde olduğu gibi menülerde de el emeği göz nuru olma durumu sözkonusu… Çok özellikli olmayan, aslında bilindik standart türk usulü yemeklerin Limon usülüne döndürülmüş şekli diyebiliriz. Sarma, Limonsal bir dokunuş almış… Mantı ve Köfte de öyle… Bu küçük menü gezintisi ardından gözüme çarpan Cevizli-Köy peynirli Erişte yutkundurdu beni… Evet onu istiyorum! Sparişimizi almak üzere Limon’un yerlisi,güler yüzlü bir bayan geldi,başladık sorularımıza… İçecek olarak Limonata istedik, malum Limon’un en çok yazılan içeceği idi… Ama ne yazık ki “ Üzgünüm,Limonatamız kalmadı” yanıtını aldık… Oysa ki benim yine limonum gelmişti :) Tamam o zaman 2 tane limonlu Miller alalım :) Yemek olarak iseeee, Cevizli Erişte alabilir miyim? Yine yutkunarak sorduğum sorunun cevabı hüsran “ Üzgünüm ama Eriştemiz de kalmadı” … Çok güzeelllll, Millerlarımızı saymazsak 2 de 0 ! Tamam o zaman, sarma? “Var” , ya mantı? “ o da var,hem de çok güzel,bizim mantımız farklıdır.” Pekiiiiii Şakşuka? “Hem de yeni yapıldı,sıcaktır.” Hmmm şahane!
Kısa bir bekleme ardından önce şakşuka boy gösteriyor… Yanında sıcak bazlama ve yoğurt ile… Oldukça lezzetli! Hele ki benim gibi bir patlıcan canavarı için biçilmiş kaftan :) Ardından saray sarma ile kızarmış mantı da geliveriyorlar kol kola… Mantı çok güzel, kıtır kıtır… Sarma pek tarzım değil, suyun içinde servis ediliyor, etli ve tombul… Üstelik tuzlukla tanışıklığı olmayan ben bile tuzsuz buldum , sevgilim tuza batırıp yese erik gibi gıkım çıkmayacaktı vallahi :)
Doyduk mu ? Doyduk! Başta da söylediğim gibi mekan süprizlerle dolu, boyanmış minik sandıklar,lambalar, ilginç aynalar, ağaçlardan sallanan boncuklar,birbirinden farklı sandalyeler… Benim gibi obje fotoğrafı çekmeye bayılan biri için tam bir oyuncak kutusu aslında… Bir dolu fotoğraf çektim tabii ki, ama en muzur ikili bunlar…
Biri Limon’un girişindeki eskici, adı Makara Kukara… Bu “makara kukara” dediğimde “makara tukara” diye her defasında yılmadan düzelten Mervush’a gelsin! :) Diğeri ise hem kendim hem de Önil’im için çektiğim bu doğal kaktüs kafa Mickey Mouse :) Çok beğendim! Söküp arabaya koymak istedim… Ciddiyim.. Ama ben bunu söylediğimde sevgilimin bakışları da en az benim kadar ciddiydi… Mickey the kaktüs kafa ile vedalaştık, akşam yemeğine kadar vakit geçirmek için Türkbükü’ne doğru yola çıktık…
Türkbükü sessiz… Oteller dışında mekanlar yeni yeni açılmaya başlamış… Geçen yaz ardından değişen ve yeni açılan bir iki yer var… O küçücük yerin popüleritesine,çekim gücüne kapılıp gelen yeni işletmeler… Ellerinde olsa belki denizi doldurup ikinci bir sahil şeridi yapacaklar Türkbüküne… İnanılır gibi değil… Bir baştan diğer başa sakin bir yürüyüş… Minik bir dondurma molası…
Akşam yemeği istikameti belli ! Sünger Pizza! Şanslıysak terasta güzel bir masa buluruz” diyoruz. Doğru teras’a,her zaman ki gibi kalabalık… Veeee işte o masa boş! Hem de terasın caddeye bakan kısmında… Mükemmel bir hava… Mükemmel bir Bodrum-Kale-Deniz-Marina manzarası… Ve bizim için bir Bodrum klasiği Sünger…
Aslında menüye bile gerek yok… Daha yoldan belli ne yiyeceğim; Beyaz Pizza… Peynir delisi bir insan için biçilmiş kaftan! Jambon da severim zaten… O yüzden bu peynir koması,adı gibi bembeyaz kaplı çıtır pizza tam benlik… ( Uğur’cum,birlikte yine yeni yeniden yeriz umarım arkadaşım ) Sıra sevgilimde, küçük bir göz atma evresi ardından,önceki denenmişlerinden vazgeçip bir “Klasik Sünger Pizza” istiyor… Pizzalarımız gelene dek manzara ve hafif hafif dokunan havanın tadına varıyor,kadehlerimizi “Bodrum bölümü bitmekte olan bu güzel tatilimize” kaldırıyoruz…
İşte bizim çıtırdaklar da geldi… Biradan bir yudum daha, tamam şimdi hazırım sıcak,çıtır bir beyaz peynir lokmasına… Ama o da ne? Peynirlerimi çalmışlar!!! Resmen geçen seferkilerin yarısı kadar peynir var içinde… Ve işin kötüsü, beyaz pizzanın tüm numarası beyazında, yani peynirinde! Sevdiğim lezzetlerin, bazı mekanları benim için anlamlı kılan özel yiyeceklerin günden güne değişmesi en gıcık olduğum şey! Beğendiğin bir lezzeti beğendiğin bir mekanda sabitleyememek sinir bozucu! Neyse diyor, minik dilimler halinde “beyazsız beyaz pizza”mı yuvarlıyorum… Sevgilime bakıyorum, o da çok hoşnut değil sanki halinden, onun da her parçada bi önceki lezzeti arama durumu iştahını keyifsizleştirmiş… Bu sefer var bir şey! Üstelik yaz ortası bir gün de değil, yoğunluktan mı acaba diye soralım, kendimizi avutalım… Yapacak bir şey yok! Bu defalık ta böyle olsun…
Hava güzel… Tam bir bahar akşamı… Sünger macerası ardından otel öncesi ufak bir marina turu…
Yarın sabah Kuum’un güzel kahvaltısıyla güne başlamaca… Ardından diğer sürpriz mecrasına doğru yola koyuluş… Sevgilim ince yol hesapları yapıyor, elinde bir minik harita,bana göstermeden,belli etmeden… Alınabilen tek bilgi; “ Yaklaşık 3 saatlik bir yolumuz olacak sevgilim.” Heyecan dorukta! Kuum Hotel sürprizi ile tavan yapan beklenti-beğeni ilişkisi bakalım ne yöne harekette bulunacak…