Lost Missing Pieces 13!! Sadece 1 Gün Önce!

2

Saat: 15:58 | Yazar: Burak Doğan

Lostla ilgili hepimizin bildiği gibi çeşitli "missing pieces"ler yayınlandı.. Her birisi, bölümler için çekilen, ama kullanılmayan 1-2 dakikalrık kısa videolardan oluşuyordu, ya da bize o şekilde anlatıldı:) Sonuçta çekilen videolar hep sabit noktalarda ve değişmeyen yerlerde. Konumuz o değil. Neyse:) Elimde şu anda, dün yayınlanan en son kayıp dakikalar mevcut. Ve elbette paylaşmadan dayanamıyorum.. Buyrun efendim.. Düğüm bu gece çözülüyor. Çökelim internetin başına, direk izleyelim derim ben.. Yoksa kendimi kaybedeceğim...


Yazının devamını okuyun...

Lost Missing Pieces - Kayıp Bölümler!

0

Saat: 14:30 | Yazar: Burak Doğan


Lost hayranları olarak, bu geceyi elbette iple çekiyoruz ve elbette türlü türlü bilgileri sitelerden buluyoruz. İlk bulduğumdan beri her türlü haberi paylaşmaya çabaladım. Ama bütün mobisode / missing pieces / kayıp bölümleri tamamlayamamıştım. Son haliyle beraber, bütün kayıp parçaların adreslerini buraya sıralıyorum; artık 2 gün dayanamazda "Lost Başlasın Artık" diye kendinizi sokağa atma durumuna kadar geldiğiniz anda, 1 adet kayıp bölüm atın, rahatlatın kendinizi.. 13 bölüm var malum, 1'er 1'er başlayasıya kadar idare edersiniz... İşte burada;
Vereceğim linklerde, insanların nasıl delirdiğinin ve kafayı bu işle sıyırdığının çok güzel örneklerinide bulabilirsiniz elbette..:)

Bölüm "1-2-3-4"

Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
ve Bölüm 13

Yazının devamını okuyun...

Bunualıyorum.com'dan ALMAYIN!

2

Saat: 14:07 | Yazar: Burak Doğan

Bunualiyorum.com ile başlayan zorunlu mail trafiğimin temellerinin atıldığı gün, 02.04.2007 idi.. O gün, çok beğendiğim "Chess Shot" isimli "shot bardağı/satranç takımını", ilk defa gördüğüm siteden almaya karar vermiştim. Bu kararı almamdaki neden, internette bu "her gün ayrı bir parçayı satan alışveriş sitelerinin" tanıtımını okuduğum bir internet yazısıydı, hatırlamıyorum neredeydi ama, ikna olmuştum ve güven vermişti site bana. Ve 2 Mart tarihi süper mail trafiği için harika bir başlangıç olacak, ulaşamadığım internet sitesine türlü yollar deneyecektim.

Bu internetteki alışveriş maceraları gün geçtikçe her yerde duyulmaya başlandı. Geçen gün, Hoş Muhabbet blogunda, indirim tv ile okuduğum bilgilendirici yazı!dan sonra, alışveriş yapacağımız her yere dikkat etmemiz gerektiğine kanaat getirdim. Hatta, yılbaşından beri Hepsi Burada sitesinde bile bir sürü sorunlar mevcut.. 1 ay içinde, 3 arkadaş, 3 ayrı alış veriş yaptık. 1'i kitap (15 gün sonra farklı bir kitap geldi, yapacağımız ödev yalan oldu, illallah dedik, kitabı değiştirmedik. Bunun için ayrıca arayıp özür bile dilemediler!), 1'i ev telsiz telefonu ( 10 gün sonra arayıp başka rengi var versek olur mu dediler), 1'ide hala beklediğimiz başka bir telefon.. Neyse en azından hepsi burada'ya ulaşabiliyoruz amai Bunualıyorum.com'a ulaşmak imkansız!!

2.4.2007 tarihinde Chess Shot'umu sipariş verdim.. 3 gün geçti, 5 gün geçti ses yok. Aramak zaten imkansız, çünkü mailden başka bir yolla ulaşamıyorsunuz. Oda onların insafına kalmış yani.. İkinci mailime cevap verdiler, işte gümrükte takıldı haftaya çıkacak şeklinde.. Yine bekledik, yine sonuç yok.. Yine mail yazdım, hemde bombardımana başladım, cevap yok. www.sikayetvar.com sitesine yazdım, cevap var, çözüm tabiiki yok.. İşte hesabınızı verin paranızı geri yatıralım falan diye ama öyle bir gelişme hiç olmadı.. Aşşağıdada verdiğim 25 YTL'nin alındığı, kargonunda ödendiği güzel bir şekilde belli oluyor..

Nitekim, elimdeki bu belgelerle ve ödeme yaptığım görünen ekstremle bir başvuru yapmanın zamanı geldi sanırım.. Kaybolan 30 YTL değil tabiiki olay, herhangi bir telefon yazmadıkları gibi, hiçbir şekilde işlerine gelmediği için de ödeme geri yapmamaları.. Bakalım sonuç ne çıkacak..

Yazının devamını okuyun...

2 Ayrı Mim Birden!

0

Saat: 17:07 | Yazar: Burak Doğan

Sağolsun temamın güzel bir bölümü olan Shoutbox'ımdan aldığım haberle iki ayrı yerden birden mimlenmişim:) O zaman aldığımız mimlerin sırayla hakkını verelim, üzerine birde başkasına paslayalım.. Önce Karahan..

Bundan iki gün önce Karahan Mim Mim Mim başlıklı yazısında bana attığı pasta "Neden Blog Yazıyorum?"a cevap arıyor.. Bende diyeyim ki;

1- Blog yazıyorum çünkü birşeyler yazmaktan hoşlanıyorum. Düşüncelerimi paylaştıkça, blogumu okuyanlar tarafından ortak yanlarımı zıt yanlarımı keşfediyorum, hoşuma gidiyor, eski günleri yad ediyorum.

2-Yazdıkça daha çok yazasım geliyor! Gerçekten! İlk başlarda çok eğlenmiyordum, ama yazıları yazdıkça, yazdıklarım daha çok hoşuma gitmeye başladı. Kendimi geliştirdiğimi hissettim ve bu bana zaman kaybından çok, kaliteli bir hobi olarak gelmeye başladı. Düşünsenize? Yazıyorum, ve ortalama günde 300-400 kişi yazdıklarımı okuyor. Bence mükemmel birşey.. 3-

3- Son zamanlarda yazdığım yazılara zaman ayıramamaya başladıkça, kendi yazdıklarımdan memnun kalmamaya başladım, her yazımda daha da dikkat edip, daha da zaman harcayıp, daha güzel olması için çaba sarfediyorum. Belki başka bazı şeylerden kısmak zorunda kalıyorum ama, en ufak boş zamanımı, blog düzeni için, yazılarımdaki imla hatalarını ya da cümle düşüklüklerini düzeltmek için kullanıyorum ve bu yaptığımdan gayet memnunum.

4-Para! Evet hemde ne para.. Başladığım günden bugüne ilk ödememi aldım düşünün! Daha bugün! Hehe!! kaç Para aldığımı siz düşünün:D

5- Birşeyler yazabilmek için sürekli okumak zorundayım, sürekli kendimi güncel tutmak zorundayım.. Zorunlu olarak okumaya sevk ediyor yazmak beni.. Ve en çok memnun olduğum yanıda bu.. Mecburi okumaya yöneliyorum..

Bu mimi direk Burcu Sezer'e paslayalım..

Ve diğer mim.. Ondada İzmirde Sanat / Herşeyden Biraz mimlemiş beni.. Demişki "Blogunun En Çok Neresini Seviyorsun?"..

Bende şöyle aradım taradım, baktım her yeri güzel, temamın renklerini ve düzenini çok beğendiğime karar verdim. Ama illaki bir köşe seçmem gerekiyorsa oda, şu bütün butonların durduğu sağ alt köşe.. Ordan da haber alayım burdanda haber alayım şeklinde sevdiğim bir bölge kendisi.. Aslında daha bir sürü şey eklenir ama yazık, temayı bozmayayım diye kıyamıyorum:) Böyle işte..

Bu mimide Net Günlüğü'ne paslayalım bakalım. Hatta başka pas almak isteyen varsa onlarda yorum etsin, daha önce Ferruh Mavituna'nın yaptığı gibi yoruma göre onlarıda mimleyeyim..:)

Yazının devamını okuyun...

Mükemmel Örnekle Türkiye Ekonomisi!

1

Saat: 12:49 | Yazar: Burak Doğan

Uğraşlarım sonucunda, Türkiye Ekonomisi'ni mükemmel şekilde irdeleyen bu yazının kaynağınıda buldum daha da mutlu oldum. Yaşar Erdinç Hoca tarafından yazılmış olan bu yazı, Bilge Yatırımcı sitesinde yayınlanmış. Artık kaynak ta vererek bu yazıyı sizle paylaşabilirim. Yazı 30 Ekim 2007'de yazılmış. Aradan sadece 3 ay geçmesine rağmen sanki yavaş yavaş yazının sonuna doğru yaklaşıyoruz gibi. Siz ne dersiniz?

ERTEM EFENDİ, SEZAİ BEY ve FOTOKOPİ


30 Ekim 2007 Salı

Ertem efendi ve Sezai bey, ellerindeki sermaye ile birer fotokopi dükkanı açtılar.
Birinin dükkanı yolun bu tarafında, diğeri de karşısındaydı.
Her ikisi de ellerindeki 15 bin YTl'Lik sermayenin 5 bin YTL'si ile birer fotokopi makinası almış, kalan paralarıyla da dükkan kiralayıp malzeme stoku ve diğer harcamaları yapmışlardı.

İşler fena gitmiyordu... Sabah saat 09:00'da dükkanlarını açıyorlar, akşam saat 18:00'de kapatıyorlardı.
Her ikisi de günde ortalama 600-700 fotokopi çekiyordu.

Aradan biraz zaman geçti... ülkede yapısal değişimden falan bahsedilmeye başlamış ve yeni bir hükümet kurulmuştu. Çektikleri fotokopi sayısı her gün hızla artıyordu. Bir günde, binin üzerinde fotokopi çekmeye başladılar. Bu nedenle de akşam 19:00'a kadar çalışmak zorunda kalıyorlardı.

Günler geçtikçe, fotokopi çektirenlerin sayısı arttı ve akşamları saat 21:00'e kadar çalışmak zorundaydılar artık. Ama mutluydular. Çünkü fotokopi makinalarının maliyetinin yaklaşık yüzde 30'unu kâr olarak çıkarmışlardı. Böyle giderse bir seneye kalmaz, fotokopi makinaları kendisini amorti ederdi.

Bir sabah dükkan'dan içeriye takım elbiseli, beyaz gömlekli, temiz yüzlü genç bir adam girdi. Ertem efendi adamı "buyur" edip bir çay ikram etti.

"Görüyorum ki çok yoğunsunuz, bu yüzden fazla zamanınızı almayacağım. Neden hemen bir fotokopi makinası daha almıyorsunuz?"

"Alırım ama henüz bu makinanın parasını çıkarmadım. Önce bu makina kendini bir ödesin, sonra düşünürüz."

"Bakın beyefendi, piyasalar hızla açılıyor ve genişliyor. Fotokopi ihtiyacı gün geçtikçe artıyor ve siz bu talebi ancak gece yarılarına kadar çalışarak karşılayabiliyorsunuz. Ben Amerika'da ekonomi tahsili aldım. Ekonominin genişlediği zamanlarda yeni yatırım yapmazsanız, çok büyük fırsatları kullanmamış olursunuz."

Ertem efendi sordu...

"İyi söylüyorsun da, bende şu an yeni bir fotokopi makinasına yatıracak para yok. Elimdeki para ile bu makinayı çeviriyorum."

"Şu söylediğinize bakın... Ben bankacıyım, hemen bir imzanızla size kredi açarız ve yeni bir fotokopi makinasını yarın sabah bu dükkana getirebilirsiniz. Üstelik bir de eleman alırsınız, bu kadar yorulmazsınız ve evinize yine akşam 18:00 veya 19:00'da gidersiniz. Bu sayede ekonomiye ve işsizliğe de olumlu katkı yapmış olacaksınız."

Onlar bunları konuşurken, fotokopi çektirmeye gelenler de kuyruk olmuşlardı. Talep adeta patlamıştı. Fotokopi çektirmeye gelenlerden biri diğerine
"haydi diğer dükkana gidelim" dedi.
Ötekisi cevapladı;
"Ben oradan geliyorum, orada da kuyruk var."

Ertem efendi biraz düşündükten sonra, genç, yakışıklı bankacıya döndü ve;
"Benim rahmetli babam, 'ne iş yaparsan yap ama sermayenle yap, başkasının parasına güvenerek sakın iş yapma' derdi. Teklifine teşekkür ederim. Bu makina kendini ödesin, ikinci bir fotokopi makinası almak için, en az yüzde 70'i kadar parayı biriktireyim, o zaman yeni makina almayı düşünürüm. Borç almaya niyetim yok."

Temiz yüzlü, genç bankacı, küçümseyen bir eda ile tebessüm ettikten sonra "çok pişman olacaksınız" diyerek dükkandan ayrıldı.

Bankacının arkasından baktı... Karşı dükkan'a girdiğini gördü. Ertem efendi, başını iki yana sallarken fotokopi çekmeye devam ediyordu.

Ertesi sabah dükkanını açtığı sırada, karşı dükkanın önünde bir pikap durdu. Yeni bir fotokopi makinasını indiriyorlardı. Belli ki Sezai, bankacının söylediklerine ikna olmuştu.

Artık, bir günde çektiği fotokopi sayısı 2 bine yükselmişti ve gece saat 23:00'lere doğru evine gidebiliyordu. Birçok müşteri de kuyruk beklememek için, iki tane fotokopi makinası olan Sezai'nin dükkanına gidiyor ve bu nedenle de kendisi müşteri kaybına uğruyordu. "Hata mı yaptım?" diye kendisine sürekli soruyor ama babasının sözü hiç aklından çıkmıyor, sonra "doğru yapıyorum" diyordu. Çünkü babası yıllarca üretim ve ticaret yapmış, nice krizleri görmüş geçirmiş adamdı.

Bir süre daha geçti. Sezai, bazı tadilatlar yaparak, yan dükkanı da içine kattı ve yeni bir makina daha aldı. Böylece üç makina ile çalışmak daha kolay olacaktı. Üstelik çalıştırdığı eleman sayısı da üç kişiye çıkmıştı.

Sezai'nin bir günde çektiği fotokopi sayısı 10 bini aşarken, Ertem efendi, kendi başına çalışıyor, geç saatlerde eve gidiyordu.

Aradan bir yıl daha geçti. Birlikte bu işe giriştikleri Sezai, artık Sezai bey olmuştu. Yeni aldığı lüks arabası, dükkanın önünde pırıl pırıl parlarken, şoförü de Sezai beyi oraya buraya, toplantılara götürüp getiriyordu. Üstelik artık Sezai'ninki sadece fotokopi dükkanı değil, koca bir kırtasiyeci dükkanıydı. Nasıl olsa firmalar vadeli bir şekilde kırtasiye malzemeleri veriyorlardı. Dükkan içinde yok yoktu.

Ertem ise bir fotokopi makinasıyla, küçük dükkanında iş yapmaya devam ederken, biriktirdiği para ile yeni bir makina daha aldığında, Sezai'nin makina sayısı 5'e çıkmış, bu sırada sokaktai fotokopi dükkanı sayısı da beşe yükselmişti. Sezai'nin büyüme hızı çok çarpıcıydı.

Ertem efendi, bir gece yatağına uzandı ve;

"Babacığım, canım babacığım... bak bu sefer yanıldın. Senin verdiğin öğüdü tutmasaydım ben de en az Sezai kadar olacaktım. Bankacı haklı çıktı..."

İçinden tam bunları söylemişti ki, birden kafasında önemli bir soru belirdi. "İnsanlar neden böyle deli gibi fotokopi çektiriyorlar ve kırtasiye malzemesi tüketiyorlardı? Herkes bu kadar zenginleşmiş miydi? Daha önceleri 1 tane fotokopi çektiren müşterileri, neden bu sıralarda 5-10 tane fotokopi çektiriyorlardı?"

Sabah olduğunda doğruca dükkanına gitti. Bankacı'nın aylar önce geldiği zaman verdiği kartvizitini buldu. Hangi bankanın hangi şubesinde çalıştığını not ettikten sonra, dükkanı kapatıp doğruca o bankaya gitti, ama bankadan içeri girmedi. Dışarıda bekliyordu. Bir ajan gibi bankacının nereye gittiğini ve gün içinde ne yaptığını öğrenecekti. Biraz sonra bankacının elinde çantasıyla çıktığını gördü. O'nu izlemeye başladı. Bankacı doğruca, kendi dükkanlarının biraz ilerisinde bulunan üniversiteye gitti. Üniversitesnin içinde bir masası vardı ve öğrenciler kuyruk olmuşlar, fotokopi çektirmek için kredi formu dolduruyorlar, 15-20 dakika sonra da, yan masadan kredilerini nakit olarak alıyorlar ve doğruca fotokopi çektirmeye gidiyorlardı.

Demek ki bu bankacı önce fotokopi çektirmek isteyenlere kredi açmış, işler patlayınca da fotokopicilere kredi ile makina satmıştı. Yani bir taşla iki kuş vuruyordu. Peki ya bu öğrenciler bir gün kredilerini geri ödeyemezse, babaları para gönderemezse ne olcaktı? Bu saadet zincirinin devam etmesine imkan yoktu. Öğrencilerin bu kredileri ödeyebilmeleri için, mezun olup iş bulmaları ve kendi gelirlerini artırmaları gerekiyordu. İKi tane mezun öğrenci Sezai'nin yanında iş bulmuştu, fakat öğrencilere kredi kesildiği anda onlar da işsiz kalacaktı.

Babasına bir fatiha okuyarak dükkanın yolunu tuttu. Dükkan'a geldiğinde, Sezai beyin lüks arabası yine yolun karşısında pırıl pırıl parlıyordu.

Aradan bir hafta geçmemişti ki, Ertem efendi bir akşam evine gitmek için dükkanı kapattığında saat 18:00'di ve anormal bir gün olmuştu. Daha düne kadar iki makinasıyla 4 binin üzerinde fotokopi çekerken, bugün sadece 900 tane fotokopi çekebilmişti. Acayip bir durumdu.

Ertesi sabah saat 09:00'da dükkanını açtı. Saat 10:00 olmasına rağmen sadece üç beş tane fotokopi çektiren olmuştu. Kapıyı kilitleyip doğruca üniversiteye gitti. Orası ana baba günüydü. Öğrencilerin anne ve babaları okulun önünde kızgın bir şekilde bağırıyorlardı.

Aradan bir saat geçtikten sonra Ertem efendi olayın iç yüzünü öğrenmişti. Kısa bir süre önce birkaç öğrenci aldığı krediyi geri ödeyemeyince, bankacılar öğrencilere verdikleri kredileri geri çağırmışlardı. Kredisini ödeyemeyecek durumda olanlar faizler yükseldiği için daha da batağa saplanırken, artık hiç bir öğrenciye yeni kredi açılmıyordu. Vadesi geldiği halde kredisini ödeyemeyen öğrencilerin anne ve babalarına haciz işlemi başlamıştı.

Ertem Efendi yeniden dükkan'a döndüğünde Sezai beyin dükkanında da anormallikler olduğunu sezdi. Genç bankacı ve Sezai bey hararetli bir tartışma içindeydiler. Bankacı, karşı dükkan'dan sinirli bir şekilde ayrıldıktan bir saat sonra, haciz memurları gelip dükkan'da ne var ne yoksa arabalara yüklemeye başlamışlar, bu arada toptan kırtasiye malzemesi satan iş adamları da Sezai'nin dükkanı'na üşüşmeye başlamıştı.

Akşama saatlerine doğru, Ertem efendi birkaç öğrenci için bir yandan fotokopi çekerken bir yandan da karşı dükkanı izlemeye devam ediyordu. Bir çekici, dükkan'ın önüne gelip Sezai beyin pırıl pırıl lüks arabasını da alıp götürdü. Sezai'nin dükkan'daki bütün varlıklarını ve arabasını satsanız, borçlarının sadece yüze 80'ini karşılayabiliyordu. Çünkü, elindeki fotokopi makinalarını ve arabayı bir hafta önce en az 100 bin YTL'ye satabilecekken, şimdi bunların toplamı 50 bin YTL bile etmiyordu. Bu gelişmeler sonrasında elindeki varlıkların fiyatları yarıya yarıya düşmüştü ama borçlar aynı borçlardı ve faiz işlediği için de artmaya devam ediyordu.

Krediler geri ödenemediği için, bankalar da ciddi zararlar yazmaya başlamıştı. Aradan 15 gün geçtiğinde Ertem efendi'nin sokağında sadece 1 tane fotokopi çeken dükkan kalmış, diğerlerinin hepsine, kelepir fiyatlarıla bankalar el koymuştu.

Ertem Efendi krizden etkilendi ama bir sene sonra bu krizden güçlenerek çıktı. Çünkü sokaktaki tek fotokopi dükkanı olmaya devam ediyordu. Günde bin beşyüz fotokopi çekiyordu ama, huzurlu ve mutluydu. Her akşam babasına dualar gönderiyor.

Sezai Bey; Evini de haczettiler, eşi evi terketti. Şu an taksimde çiğ köfte satıyor. Eski günlerindeki ihtişamını diğer seyyar satıcılara anlatıyor.

***

Türk işletmelerinin yabancı para borçları 2001 yılında 36 milyar dolar iken 2007'nin sonları itibariyle 135 milyar dolara ulaştı. Bu işletmeler yatırım yapıyorlar, çünkü bu işletmelerin mallarına olan talep hala canlı. Sadece hizmetler sektöründe istihdam artıyor. Çünkü üretim sektörleri, ithal ürünlerle rekabet edemedikleri için, mal ithal edip satan hizmet sektörlerine dönüştüler.

Bu yazıda geçen bazı sözcüklerin, Türkiye için Türkçe karşılıkları

Fotokopi: mal ve hizmet
Fotokopi makinası: Yatırım malı
Öğrenci: Tüketici
Fotokopi dükkanı : Türk işletmeleri
Ertem Efendi: Özkaynakla büyüyen ama yavaş büyüyen muhafazakar
Sezai Bey: Yabancı kaynakla büyüyen, risk alan yatırımcı


Bu yazıda geçen bazı sözcüklerin, ABD için Türkçe karşılıkları

Fotokopi: Mortgage'a dayalı kağıtlar (CDS'ler)
Fotokopi makinası: konut ve gayrimenkul
Öğrenci: Subprime mortgage tüketicisi, mortgage kredisi alan
Fotokopi dükkanı : Mortgage şirketleri
Bankacı : Mortgage şirketlerine kredi veren dev yatırım bankaları

ÖNEMLİ NOT: Bu yazıyı bir kriz sinyali olarak yazmadım. Şu an ekonomimizde hala sorun yok ve dışarıdan para gelmeye devam ediyor ve panik yapacak birşey yok. Eğer bir sorun görürsek, "Öğrenciler Artık Fotokopi Çektiremiyor" başlıklı bir yazı yazacağız. Bu nedenle şiimdilik yabancılar ne yapıyorsa, siz de onu yapmaya devam edin. Onlar döviz bozdurup yüksek faize para yatırmaya devam ediyorlar. Onlar dövizlerini geri almaya başladıklarında sizler de yine onların yaptığını yapabilirsiniz. Çünkü bir gün dövizlerini aldıklarında, kelepir fiyatlara düşen fotokopi makinalarını ve fotokopi dükkanlarını toplamaya gelecekler.

Yazının devamını okuyun...

Çene Altından Bağladık, Laiklik Kurtuldu!

0

Saat: 09:19 | Yazar: Burak Doğan

"BAŞINI açanlar laik de, örtenler değil mi?. Başını örten laik olmaz mı?. Olur.." Kim diyor?.. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.. "Kişi laik olmaz. Devlet laik olur.." Bunu kim diyor?.. Aynı Recep Tayyip Erdoğan.. Yani hem "kişi laik olur" hemde "olmaz" diyen ta kendisi.. Başörtüsü olayının tartışılmaya başladığından bu yana çeşitli çıkışlar yapanlar mı ararsınız, bu konuya destek verenlerin yorumlarını mı ararsınız yoksa, Danıştay'a, rektörlere uzaktan yüksek sesle bağıranları mı ararsınız.. Etraf çok karışık.. Önce şu başörtüsü mevzusu başladığından beri, çeşitli AKP'li Belediye Başkanları'nın ve Milletvekillerinin yorumlarını bir inceleyelim. Sonrada son uzlaşma metinlerine gelelim..

İlk önce AKP Konya Milletvekili Hüsnü Tuna'nın 2 gün önce türban serbestisi konusundaki, "Hedefimiz kamu hizmeti veren personelde de böyle bir yasağın olmamamasıdır" açıklamasını dinledik.. Bu tabiiki sadece aralardan çıkan bir milletvekilinin düşünceleriydi.. AKP ile bağdaştırılamazdı. AKP'nin böyle bir düşüncesi kesinlikle yoktu.. Yorum yapılacak fazla bir durumu yok zaten.. Ardından..

Ardından, Isparta'nın AKP'li Belediye Başkanı Hasan Balaman dün bir 'aşama' daha ileriye götürdü. Türbanlı bir kadının belediye başkanı veya daire başkanı da olabilmesi gerektiğini savundu ve bunu cimlelere döküverdi.. Başörtülü MHP'li yok mu’, ‘Başörtülü CHP'li yok mu’ diye sorup ‘Var’ yanıtını alan Balaman, Milliyetçi Hareket Partisi’nin sadece üniversitelerde başörtünün serbest bırakılmasına yönelik düşüncesi olduğunu belirtti. Başkan Balaman, “Böyle birşey olmaz. Yasak her yerden kalkmalı” dedi. Tabii, daha önce sadece bu açıklamalardan dolayı kapatılan partiler olduğu akla gelince, AKP Balaman hakkında inceleme başlattı..

Ardından AKP Gaziantep Milletvekili ve Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin, bu konuda görüş belirtmiş..

"Bizim önceliğimiz eğitim hakkının verilmesidir. Ortada eğitim hakkı mağduriyeti var. Anayasa’da ’hizmet alan ve hizmet veren’ diye bir düzenleme yaparsanız, ihtiyaca cevap vermez. Kamuda çalışanların türban takması konusunu bugünden konuşmak yanlış olur. Çünkü konjonktür uygun değil. Bir gün gelir, kurumsal mutabakat sağlanır, ’tüm yasakları kaldıralım’ noktasına gelinirse, o gün kamuda çalışanların türban takması konuşulabilir. Bunu şimdi konuşmak sıkıntı yaratır. Ülkede uzlaşmanın temini önemli. Adım adım gitmek lazım. Eğitim hakkının verilmesine ilişkin adım atılmadan, kamuda çalışanların tartışmasını yaparsak, eğitim hakkı da çözümsüzlüğe gider."

Bu 3 açıklamadan sonra zaten pek bi ayrıntıya girmeye gerek yoktur sanırım.. "Laiklik" kavramı, tamamen din ile devleti ayırırken, biz kamuya yavaş yavaş türbanı yediririz diyorlar. Bu Anayasanın 2. maddesinin düpedüz çiğnenmesidir.. Haa eğer bunu biz referandum ile yapıcaz diyorsanızda, millet referandumda şeriat istese onuda mı vereceksiniz?

Sonunda türban konusunda bir sonuca varıldı.. Komik bir şekilde şekle bağlı kalındı ve formülün adıda GATA Formülü oldu. "Başörtüsünü türban formunda değil de, çene altından fiyonkla bağlarsan sorun yok. Tamamdır. Rejim tehlikesi artık ortadan kalkmıştır.
Meğer bütün mesele kafanın içinde ne olduğunda değil, bazılarının başlarını siyasi bir mesaj amacıyla örtmeleri falan değilmiş. Sorun fiyonktaymış. Örtünün ucunu alttan çevirip, arkaya doğru atmadığın zaman Atatürk Devrimleri'ne bağlı, laikliğe inanmış, dini siyasallaştırmayansın. Yok eğer çene altından fiyonk atmamakta direniyorsan tehlikelisin. Ne basitmiş Atatürk Devrimleri'ne karşı çıkanları ortadan kaldırmak. Bu basit çözümü yıllardır bulamayıp, ülkeyi gerim gerim gerenler utansın. Çene altından atılan bir fiyonkla herkesi laik Cumhuriyet'e bağladık.
Bravo!"

Fatih Altaylı'dan mükemmel bir analiz, türban sorunu çözümlemesi.. HEr ne kadar kendisini sevmesemde okurum.. Bazen kendisine daha çok sinirlenmek için, bazende arada çıkan eğlenceli Galatasaray hikayeleri için.. Ama bu sefer söylenmesi gerekeni söylemiş..

Isıtılan tavadaki kurbağa misaliyiz.. Dönün 10 sene önceye.. Şu anda olanları görseniz..

Yazının devamını okuyun...

NBA'de Çatı Akarsa, İzmir Salonları Gelir Akla..

17

Saat: 12:30 | Yazar: Burak Doğan

Dün gece Los Angeles Lakers - Clevland Cavaliers maçı, ilk çeyreğin bitimine 3:36 dakika kala, çatının akmaya başlaması nedeniyle 15 dakika durmak zorunda kaldı. Bunu NTVSpor'da izleyen ben, hemen yıllar öncesine döndüm.. (Maçı 98 - 95 Clevland kazandı, LeBron 32'de 16 isabet /41 sayı ile bitirdi falan fişmekan..)

Bundan yaklaşık 15 sene önce kadar, çatının akmasının ne demek olduğunu, helede basketbol oynarken çatının akmasının ne demek olduğunu şahsen gözlerime inanamayarak öğrenmiştim. İzmir'de, o zamanlar 3 salonda basketbol oynanırdı. %30 oranında Balçova Spor Salonu'nda, %10 Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda ve %60 Cumhuriyet Mahallesi Spor Salonu'nda.. Minikler ve yıldızlar takımları seviyesinde, çocuklar servislerde oradan oraya koşturulurdu. Okuldan çıkıp maçlara yetişmeceler, okuldan izin almaya çalışmalar, hatta bazen alamamalar ile geçti zamanımız. Ama salonun akması bir başkaydı;

Maç Cumhuriyet Mahallesinde.. Günlerden perşembe, okuldan izin almış, 6 maçına yetişmeye çalışıyoruz. (Maçlar 18.00 / 19.15 / 20.30 saatlerinde oynanırdı. Hatta son maç geç kalmasın diye, ilk maçlarda fark olursa süper bir hareketle dakikalar çalınırdı.. Hey gidi Halil Hoca be:D) Serviste şarkılar eşliğinde ödev yapmaya çalışan tipler falan var. Neyse.. Mükemmel spor salonunun olağanüstü soyunma odalarında (tasvir etmem lazım çok önemli - Tribünlerin olduğu yerlerin altı soyunma odasıydı. O kadar ufaktı ve biz kocaman adamlar oraya sığmakta o kadar zorlanıyorduk ki, 5'er 5'er giyinebiliyorduk.. Üstümüz tribün olduğundan, 50 cm'de bir 50 cm yukarıya çıkar şekilde genişliyordu soyunma odası.. Neler çekmişiz top oynayacağız diye yahu..-) giyindikten sonra sahaya ilk ben çıktım.. Bu salonun ortasının ıslak gibi görünmesi göz yanılsaması olmalıydı değil mi? Ama değildi..

Bildiğiniz, parke salonun ortasında 6-7 kova, bazı yerlerde paspas.. Şıkır şıkır sular damlıyordu.. Yağmur dışarda dindi, kovalar kalktı ama, tribünlerden bakınca sağ taraftaki bench'in önünde duran havlu ile yaptık maçı.. Böyle durumlarda top oynadık biz zamanında.. İnanmak güç değil mi:)

Yazının devamını okuyun...

A.R.O.G, Son Osmanlı ve Recep İvedik Fragman Karşılaştırmaları!

4

Saat: 09:24 | Yazar: Burak Doğan

Bugüne kadar, genelde, yılda 1 kez Cem Yılmaz'ın filmleriyle ortalık karışır, gişe rekorları kırılırdı. Yıllarca beklenen GORA, ardından gelen Organize İşler ve sonrasında Hokkabaz. Bunun öncesinde "Herşey Çok Güzel Olacak" adlı filmde vardı Mazhar Alanson ile ama, o zaman daha tam patlamayı yapmamıştı ve GORA'yı herkesin beklediği gibi o filmi bekleyen kimse yoktu. Neyse. Bu filmler hep büyük ümitlerle beklendi ve sinemalar doldu taştı. Ama şu anda ilk çekişme dönemine girilmek üzere.. Cem Yılmaz'ın Karşısında Şahan ve Ata Demirer var.

AROG, dün ilk fragmanını yayınladı. Bildiğiniz gibi filmin adı GORA'nın tersten yazılmış şekli ve bir devam niteliğinde. Karşısındaki en çok reklamı yapılan, dolayısıyla en ciddi rakip ise Şahan ve Recep İvedik. Özellikle sürekli bu iki film hakkında konuşulup fragmanlarının karşılaştırması bu aralar ortada dolaşan durum. Üzerine birde aynı gün, Osmanlı Cumhuriyeti, Ata Demirer'in filminin fragmanı yayınlandı.

Osmanlı Cumhuriyeti, fragmanındaki can alıcı noktayı, geçmişte geleceğe giderek, bir nevi klişeleşmiş bir yapı ortaya çıkarıyor ve film hakkında bize pek bir fikir vermiyor. Ata Demirer'in bir padişah görüntüsü ile kullandığı Arapça kelimeler ardından cep telefonunun çalması ve ortalığın şenlenmesi.. Fragman ise burda..



Ardından Recep İvedik. Şahan'ın meşhur tiplemesinin uzun fragmanında, sanki filmde yapacağı bütün esprileri arka arkaya koymuş gibi bir hava var. Bilenler zaten bu esprilerin tümüne aşina, sanki filmde yeni bir şey göremeyecek gibi. Fragman boyunca Recep bir hatuna asılıyor ve dibinden ayrılmamaya çalışıyor.. Buda Recep İvedik'in fragmanı..



Veee AROG. Bu adamda şeytan tüyü olduğunu zaten herkes kabul etti. Arif karakteri zaten başarılı, Ceku'nun hamile olması of bu Arif neler yapar diye düşündürüyor. Ama fragman gerçekten uğraşılarak çekilmiş, enstantaneler dizboyu..



Bakalım bu üçlünün savaşından kim galip çıkacak.. Hangisi daha çok beğenilecek, hangisi daha çok izlenme sayısına sahip olacak. Muhtemelen Mayıs ayına kadar tamamı ortaya dökülmüş olur.. Bekleyelim, Görelim..


Edit: Recep İvedik 2. filmiyle yeniden rekorlara aday.. Recep İvedik 2'nin fragmanını da buradan izleyebilirsiniz..
Yazının devamını okuyun...

İzmir'in Simgesi Saat Kulesi Yeşil Takkelendi!

2

Saat: 13:54 | Yazar: Burak Doğan

Bir süredir etraf, yerel seçimlerde, RTE'nin Diyarbakır, Çankaya ve İzmir'i istediğiyle çalkalanıyor. Çünkü kendisi, uzun süredir bunu istediğini her yerde belirtiyor ve bunun için gerçekten hummalı bir çalışma yürütüyor.. Çankaya Belediyesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Konak Belediyesi CHP'nin son kalesi diyebiliriz artık.. Diyarbakır'ı ise zaten hepimiz biliyoruz. Çankaya ve Diyarbakır hakkındaki çalışmalarını çok fazla bilemeyeceğim ama, İzmir'deki çalışmaları hakkında gözlemlerim olmuştu, ama bu gözlemlerin hepsini kapsayan bir çalışma olmuş. Buna bir göz atmak isterim elbette..

İzmir Büyükşehir Belediyesi, bir önceki seçimde rahmetli Ahmet Piriştina ve dolayısıyla CHP tarafından kazanıldığında, Taha Akyol adaylığıyla AKP baya gerilerde kalmıştı. Kentteki herkesin saygısını kazanan Piriştina, hem halka verdiği destekle gittikçe başarısını arttırıyor, hemde İzmir'i yaşanabilecek şehirler arasında hızla yükseltiyordu.. Yani kısaca yaşam, kalitelileşiyordu.. Ancak O İzmir için çabalarken, bir gün evinde hayatını kaybetmiş bir şekilde bulundu. Ve ardından dümene Aziz Kocaoğlu geçti.

Aziz Kocaoğlu, AKP'ninde istediği türden bir başkandı. Çünkü çok fazla ekranlarda görünmeyi sevmeyen, medyatik olmayan, yaptığı işlerle gündem tarafından izlenilmeyi istenen bir başkandı kendisi. Hatta AKP için bir faydası vardı, kendi adamlarını belediyeye yerleştirmek yerine, çalışan ve hakeden kişiyi belirli mevkilere getiriyordu ve halada buna devam ediyor. AKP'nin belediyeye desteği ise, konuşulanlara göre elinden geldiği kadar az. Çünkü ne kadar az iş yapılmışsa, AKP'nin şansı o kadar artacak malum.

Tam bu sırada, yerel seçimlerden bir süre önce, ortaya EXPO maceramız çıktı.. EXPO'nun ayrıntılarını şu adrestende daha önce anlattığım gibi bulabilirsiniz. Peki EXPO neden bu kadar destek görüyordu? Daha doğrusu 2004'te Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün bu hamleyi İzmir, Antalya ile karşılaşırken neden İzmir'in bir şekilde bu olayda öne geçmesi sağlanıyordu. Haydi biraz komplo teorisi yaratalım;

Yukarıda gördüğünüz İzmir'in simgesi Saat Kulesi'nin bir maketi. 3 metre boyutlarında ve EXPO idari binasının önüne koyulmuş. Ve normalinde bulunmayan bir yeşil takke var kafasında. Bundan bir süre önce, İzmir’in EXPO 2015 adaylığına destek olunması girişimleri kapsamında, İslami Başkentleri ve Kentleri Teşkilatı’na üye olması kararı alındı. 57 İslam ülkesinin yer aldığı teşkilata başvurusu ‘oybirliğiyle’ kabul edilen İzmir, sanırım buna gayet çabuk uyum sağlamış durumda. Peki bunu öneren ve destekleyenler kim?

Bu soruyu çeşitli kişilere sormuşlar: (Kaynak : İzmir Life)

YEŞİL BAŞLI SAAT KULESİ İÇİN GÖRÜŞLER

EBSO Başkanı Tamer Taşkın, “Ben maketi henüz görmedim. Ama bir şeyin maketi yapılıyorsa, orijinalinin aynısı olmalı. Kim ne kafayla yapmış bilemiyorum” dedi.CHP İzmir İl Başkanı Kemal Karataş'da, “Yeşil kubbe’ bir siyasi simgedir. Hayretle karşılanacak bir durum. Gizlice, sinsice planlanmış bence. Dilerim mantıklı bir açıklaması vardır” diye konuştu.CHP İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan'da, “Kimse İzmir’in tarihi bir simgesini siyasi bir simge olan yeşile boyayarak, İzmirli seçmenleri etkileyebileceğini düşünmesin. İzmir halkı kubbe yeşile boyandı diye oy vermez, aksine tepki gösterir. Hükümetin çağdışı zihniyetinin bir yansıması. İzmir seçmenini böyle etkileyemezler. Bize göre AKP’liler farklı bir mesaj vermek istiyor kubbeyi yeşile boyayarak. Türkiye’nin geleceğinin yeşil renkte olmadığını herkes bilsin” dedi.

MÜFTÜLÜK NE DİYOR?
İzmir İl Müftülüğü yetkilileri ise, yeşil rengin İslam dininde ilahi bir dayanağı olmadığını, ancak yeşilin Müslümanların gönlünde ayrı bir yeri olduğunu söyledi. Yetkililer, “Peygamberimizi yattığı yerdeki kabrin üzerinde de yeşil kubbe vardır. Yeşil Müslümanlarca sevilen bir renk ama ilahi bir dayanağı yok. Tamamen örf ve geleneksel bir algılama söz konusu” şeklinde konuştu.

Yani bundan hiçkimsenin haberi yok.. İstenelek yapılmış birşey değil.. Uçmuş konmuş oraya.. Haydi biraz yaratıcı olun, birleştirin bakalım parçaları, söz sizin..

Yazının devamını okuyun...

Tarife Yumurtlayan Tavuğun Sonu..

2

Saat: 13:40 | Yazar: Burak Doğan

Ve işte, operatörler arasındaki numara değişkliği konusu çözümlenip, tüm numaralar operatörler arasında değişmeye başladığında, tarife yumurtlayan tavuğun geleceği hazin durum..


Yazının devamını okuyun...

Gerçek Google Sonucu İçin..

3

Saat: 13:56 | Yazar: Burak Doğan

Bir süredir Google ile ilgili kafamı karıştıran birşeyler vardı. İngilizce kelimeler yazarakta birşeyler aramaya kalksam Türkiye'den sayfalar üst sıralarda çıkıyor, buda benim kafamı karıştırıyordu. Öyle ya, ingilizce yazıyorsam ingilizce cevabını istiyordum Google'dan. Hadi Türkçe yazınca Türkçe cevap vermesini anladım. Ama ingilizce olmaması bir yerde benim yanlışlık yaptığımı gösteriyordu. Ardından Bildirgeç'te volongoto adlı kullanıcının yazısına denk geldim. Aynı şekilde sizlere iletiyorum;

"Bilindiği gibi Google, yapılan aramaları, aramaların yapıldığı ülkenin diline göre optimize ederek veriyor. Türkiye'den arama yaptığınızda Türkçe içerikle karşılaşma şansınız, Almanya'dan arama yaptığınızda Almanca içerikle karşılaşma şansınız yüksek oluyor. Bu dilini iyi bildiğiniz bir ülkede olduğunuz sürece çok güzel. Ama olur da dilini bilmediğiniz bir ülkede Google araması yapmak zorunda kalırsanız hayatınız zorlaşıyor. Bu durumda elbette doğrudan www.google.com.tr'ye girip aramanızı yapabilirsiniz. Ancak aradığınız şeyi İngilizce sayfalarda aramak isterseniz, bu ülke yönlendirmesinden kurtulmanın tek bir yolu var: www.google.com/ncr adresine gitmek. Bu adresten yapacağınız aramalarda Google International devreye girer ve bilmediğiniz dillerler uğraşmanız gerekmez."

Kafama takılan bir soruya daha cevap bulmuş oldum..:) Bunuda sizlerle paylaşayım dedim..

Yazının devamını okuyun...

Türbanın Çözümü Kolay!

2

Saat: 13:07 | Yazar: Burak Doğan

Uzun süredir bu mevzu üzerine yazmak istiyor, zaman yaratamıyordum.. Elimdeki kısa zaman diliminde bazı şeyleri sesli düşünmek istiyorum.. Elbette mevzu tekrar tekrar ısıtılıp önümüze konan türban meselesi ve bununla beraber Anayasa değişikliği olayı.. Her zaman olduğu gibi bir gündem değiştirme çabası olduğu ortada, sanırım yurt dışına gidince dili çözülüyor bizim Başbakanın..

Neden olduğunu anlamadığım bir şekilde, ortalık karıştığında, ekonomi bocaladığında yurt dışından başbakanımız türban hakkında bir iki şey söyler, ortalığı diğer mevzular açısından dindiriverir.. Bugünkü gazetelerin ve haber sitelerinin %99'unda bu haberi görebileceğinizden eminim.. Sonrasında..

Gelelim Başbakanımızın dediklerine.. "Türban simgede olsa yasaklanmamalı".. Burdan neler çıkar.. Bugüne kadar düşünceleri saklayıp %47'yi arkaya alınca mı söylemeye başladıkları, zamanında beraber zikrettikleri "Rektörlerin türbanlı öğrenciler önünde selam duracakları" nı yavaş yavaş getirmeye mi çalışacakları.. En ilgincide, Devlet Bahçeli'nin çıkıp bu olaya destek vermesi.. Gerçekten anlamak zor.

AKP kurulduğundan beri, türbanı siyasi simge olarak kullanmadıkları, inanç özgürlüğü ile bağlantılı olduğunu belirttiler durdular.. Şimdi mi akıllarına geldi "siyasi simge olsa bile" yasaklanamayacağı.. AİHM'nin yasaların, anayasanın, yargıçların verdiği kararlar hiç önemli değil. Çünkü "Elleri Kaldırtır, Gerekirse Yeni Anayasa Yaparız"..

Yazının devamını okuyun...

Lost Season 4 Episode 1: The Begining of the End!

0

Saat: 10:09 | Yazar: Burak Doğan

Artık yayınlanmasına sadece 16 gün kaldı.. 2 saatlik özel gösterim, ilk bölüm fragmanı da ortaya çıktı.. Söylenecek bir şey kalmadı, artık sadece bekliyoruz..


Yazının devamını okuyun...

Cristiano Ronaldo vs Bugatti Veyron

0

Saat: 09:50 | Yazar: Burak Doğan

Gerçekten etkileyici bir çalışma.. Videonun ilk saniyelerini izlediğimde, nasıl olacakta Ronaldo Veyron ile kapışacak diye düşünüyordum.. Yine Nike'ın çalışmalarından biri olmuştur, sonuna kadar kafa kafaya giderler diye düşünmektende kendimi alamadım. Ama videoyu izleyince gerçekten etkilendim..

Bugatti firmasının, Bugatti Veyron olarak bilinen Veyron 16.4 modeli; dünyanın en yüksek hızına ulaşabilen (407 km/s), en fazla motor gücüne sahip olan (1001 beygir), ve en pahalı (1 Milyon Avro) seri üretim halindeki otomobilidir. Veyron ismini, Bugatti yarış pilotu ve 24 saatlik Le Mans Yarışını 1939'da kazanan Pierre Veyron'dan almaktadır.

Ronaldo'yu ise anlatmaya herhalde gerek yoktur.. Varsada, buyrun ve buyrun..

Nike'ın reklamı ise, bizim basketbol oynarken antremanalrda sürekli kullandığımız Line Drill üzerine kurulmuş.. Sanırım 100 metre bir parkur, karşıdaki çizgiye değip gelmece oynuyor Bugatti ile.. Tabiiki reklamın amacı ayakkabılar.. İzleyin, gerçekten etkileneceksiniz..


Yazının devamını okuyun...

Arena Dergisi ve DVD'deki Hata!

4

Saat: 09:28 | Yazar: Burak Doğan

Uzun zamandır elime dergi almaya vakit bulamıyordum.. Her gün elbette gazete okuyorum, gece yatmadan öncede 1-2 satır kitap okumaya çalışıyorum ama dergi farklı bir olay. Bir değişiklikte arıyor insan elbette. Son zamanlarda FHM, Esquire ve Boxer gittikçe erotik dergi yönüne doğru kayınca, Erkek dergisi! dediğimiz pek birşey kalmamıştı elimizde. Önce Maxim çıktı, onu daha pek karıştırcak vakit bulamadım ama Arena'yı azda olsa kurcalama şansım oldu.

Arena'yı ilk değil, 3. kez alıyorum. Yaz sonunda ilk kez aldığımda, ilk sayfalardaki bölümlerin gereksiz uzatıldığını, derginin yarısından fazlasının bu bölümden oluştuğuna kanaat getirip sıkıcı bulmuştum. Heleki benim için önemli olan günlük fırlama elektronik cihazlar yok denecek kadar azdı ve sporla ilgili pek ayrılmış bir bölüm yoktu. Geçende aldığımda ise almamı etkileyen önemli bir artısı vardı: "NBA Tarihinin 60 Senesi".. Dergiden önce elbette bu belgeseli izlemeliydim. Ve başladımda.. Sonra tadım kaçtı ama.. Çünkü bu VCD'de öyle bir hata vardı ki..

İlk önce Neden DVD değilde VCD olduğunu anlayabilmiş değilim.. O açıdan bir gözümde eksi not aldı.. Konunun işlenmesi vs harika, zaten bu VCD, Arena'nın hazırlatabileceği birşey değil, NBA tarafından hazırlanmış bir belgesel ama sanırım Türkçe çevirilerini Arena Dergisi'nin isteği üzerine yapmışlar. Veya nasıl yapmışlarsa.. Daha önceden yapılmış olsa ben mutlaka bir yerlerde denk gelirdim o yüzden Arena için yapmışlardır diyorum. Hata ise, koskoca "The Big Shot" Robert HORRY'i, Robert Awry olarak altyazıda çevirmişler. Şimdi çeşitli seçenekler var.

1- Bu filmi Arena çevirttirdi (genel olarak kötü bir çeviri) ve bir NBA belgeselini, NBA'den anlamayan birine çevirttirdi. Yok artık!

2- Bu filmi Türkiye ithalatçısı çevirttirdi. Buna inanmak bile istemiyorum, NBA belgeselini Robert HORRY'i tanımayan birisinin çevirmesi ne kadar saçma!

3-Bu filmi, Amerika'da çevirtip yolladılar. İşte buna inanmam!

Acaba arena dergisi editörleri ve / veya görevlileri bu verecekleri promosyon VCD'leri hiç mi izlemezler, izliyorlarsada 1 allahın kulu bunu farketmez mi..

Bu anlattığım şeyler, sıkı bir NBA takipçisinin bileceği şeyler değil.. Normal bir izleyici bile bilir. Babam bile tanıyor yahu, "yuh Robert AWRY yazmışlar" dedi bana, gerisini siz düşünün. Son 10 senede 10 tane final serisi geçti. Bu serilerin yarısından sadece 1 maçizlemiş olsanız yine Horry'i bilirsiniz.. Son 10 senede 4 final serisi geçirdi (belki daha fazla), inanılmaz son saniye sayılar attı.

Neyse.. Bu ayrıntı, belgeseli keyifle izlememe engel olmadı tabii ama keyfimi kaçırdı.. Sayfaları çevirdim çevirdim çevirdim.. Vazgeçtim, başka bir gün okurum dedim, bıraktım dergiyi.. Açtım NBA 2008'i, aldım 80's Allstar takımını başladım maça..

Yazının devamını okuyun...

Roberto Carlos vs İbrahim Üzülmez!

7

Saat: 16:15 | Yazar: Burak Doğan

Son günlerde medyada çıkan haberlerde çok güzel röportajlar yayınlanıyor. Özellikle futbolcular arasındaki bu karşılıklı dialoglar, magazini seven yapımız dolayısıyla rağbet görüyor, herkes konu hakkında görüş bildiriyor.. Zaten memleketimizde herkes antrenör ya, buda onun gibi birşey.. Geçenlerde Galatasaraylı Arda çıkıp Emre Türkiye'ye gelmese daha iyi demiş mesela.. Arda tabi 43 yaşında bir oyuncu/antrenör oluğuna göre, söylediklerini dikkate almalıyız diye düşünüyorum!!

Gelelim esas mevzumuza. Geçen hafta içinde İbrahim Üzülmez bir laf etmiş.. "Ben Türkiye'deki en iyi sol bekim, Roberto Carlos geldi ama kendisi Real Madrid'deki Roberto Carlos değil" diye bir cümle kurma gafletinde bulunmuş.. Buna zaten yapılabilecek bir yorum yok. Ardından, bunu Roberto Carlos'a sormuşlar;

Roberto: "Şu an 34 yaşındayım, 20 yaşında değilim ki 90 dakika durmadan koşayım. İbrahim Üzülmez, Beşiktaş ve Milli Takım'ın oyuncusu. Ona saygı duyuyorum. Ben gençken hep Maldini örnek oluşturmuştu benim için. Şimdi ona da söylüyorum, kendi takımı ve Milli Takım'da umarım başarılı olur. Şu an performansım biraz daha artabilir, ama biraz zaman gerekiyor. Kariyerim boyunca hiçbir zaman oynadığım takımın en iyisi olmadım."

Carlos, daha sonra, "Benim düşünceme göre Türk futbolundaki en iyi sol beklerden biri İbrahim Üzülmez" demiş..

Buna da yapılacak fazla yorum yok.. En güzel noktayıda, Beşiktaşlılığı ile bildiğimiz Kazım Kanat koymuş:

İbrahim Üzülmez, "Carlos benden iyi değil" dedi. Bu mütevazi görüşünden dolayı kendisini tebrik ederim! Sevgili Üzülmez'e iki tane sorum var:
1-Beşiktaş'ta kaç tane forma sattırdın?
2-Beşiktaş ile Avrupa'ya gidince kaç gazeteci etrafını sarıp röportaj yapmak istedi? Büyük futbolcu olmak için büyük takım da oynamak yetmez. Büyük futbolcu demek kariyer ve karizma demektir!

İşte Türk Futbolcusu ile bir Dünya Starının arasındaki fark.. Fazla incelemeye gerek yok..

Yazının devamını okuyun...

Lost 4. Sezon Bölüm İsimleri

2

Saat: 14:51 | Yazar: Burak Doğan

31 Ocak'ta 4. sezona başlanılacak olan Lost'un ilk 7 bölümünün isimleri belli olmuş.. Bunuda tabiiki 22 Dakika'dan öğrendim.. İşte isimleri..

4×01 - The Beginning of The End
4×02 - Confirmed Dead
4×03 - The Economist
4×04 - Eggtown
4×05 - The Constant
4×06 - The Other Woman
4×07 - Ji Yeon

Belirlenen bölümler sırasıyla Hurley, adaya gelenler, Sayid, Kate, Desmond, Juliet ve Sun ile Jin hakkında olacakmış.. Ama gelsin artık ya.. 31 Ocak diye sayıklayan insan grupları var etrafımda..


Yazının devamını okuyun...

Bıktık Gazetelere Sürekli Tıklamaktan..

0

Saat: 13:13 | Yazar: Burak Doğan

Yani gerçekten delirticek bu gazeteler beni.. Hürriyet ve Milliyet başta, diğerleri arkasında, Alexa verilerine göre üstlere çıkıp, en çok ben okundum, en çok ben tık aldım diyebilmek için yaptıkları tıklanabilme hareketleri silsilesi canımızdan bezdirmeye başladı artık.. Ben de inatla her gün gazeteyi internetten okuyacağım diye cebelleşiyorum, ama az kaldı toptan hepsini kaldıracağım..

Neden böyle en sonunda delirdim.. Bugün Hürriyet gazetesinde bir haberi okuyabilmek için anasayfadan tam 4 adet link takip ettim.. 5.'de sonuca ulaşabildim ama, artık canım ne yazıyı okumak istiyordu, ne de o sayfayı görmek bir daha.. Bu okuyucuya cefa çektirmekten başka birşey değildir de nedir yani..

Bir şekilde fotoroman şelinde yapılmış Futbolcu yaşamlarını anlatan "30 tık" lık hikayeleri tıklaya tıklaya okuyabilirim belki.. Ama bir haberi, sadece bir haberi okuyabilmek için 5 tane 4 tane linke tıklamak çileden çıkarıyor beni.. Ben mi sadece buna deliriyorum, yoksa herkes mi bu durumdan muzdarip bilmiyorum.. Çok mu normal bunlar?
Yazının devamını okuyun...

Ferrari F2008..

1

Saat: 13:26 | Yazar: Burak Doğan


Formula-1 takımlarından Ferrari, bir dizi teknik yenilikler içeren ve "F2008" adını verdiği yeni aracını tanıttı. Ferrari’den yapılan açıklamada, Ferrari Maranello’nun ürettiği 54. araç olan F2008’in, SECU (Standart Elektronik Kontrol Birimi) adı verilen yeni elektronik sisteme sahip olduğu ifade edildi.

Daha fazla güvenlik sağlayan ve pilot kasklarının yanında ek korumaların bulunduğu belirtilen açıklamada, F2008’in aerodinamiklerinin tüm kontrolünün yapıldığı kaydedildi.
Ferrari’nin yeni aracında, Mart ayındaki Avustralya Grand Prix’inden önce başka değişikliklerin de yapılacağını ifade eden yetkililer, aracın ilk test sürüşünün, Kimi Raikkonen tarafından yapılacağını bildirdiler. Fotoğraflar için...




Yazının devamını okuyun...

String Dikizine Son!

4

Saat: 21:02 | Yazar: Burak Doğan

Ve sonunda bence "Don" u tahtına geri döndürecek icat geldi.. Adı: "Hip-T" Yani popo tişörtü!! İlk önce asıl mevzumuz olan, ortada gezinen ve gösterilmeye çalışılan, hatta gözümüze sokulmaya çalışan "string ve don" ikilisinin akıbeti.. Solda gördüğünüz gibi, son zamanlarda, bakanlar kurullarına giren, belediyelerin bile ceza kesebilecek duruma geldiği, rahatsızlık verici görüntülerden 1 örnek var.. Hip - T'nin yaptığı ise, body ile kotun arasını bir parça lycralı kumaş ile kapatmak.. Yani neredeyse straplez bir body'nin yaptığı işin aynısını yapıyor, sadece daha aşşağıyı kapatıyor. Kapatıncada ne hale geldiğinin örneklerini burada sizinle paylaşacağım..


Artık anneler, "belini kapat kızım" nidalarından kurtulacak bence.. Çünkü çözüm, gerçekten sorunu kökünden kazıyacak cinsten. Hatta bazı üretilen teorilere göre, stringlerin satış sayısının artmasının nedenide, düşük bel pantolonların ortaya çıkardığı pamuklu "don"lar.. Çünkü görüntüsü, diğerine göre hiç çekici değil.. Dolayısıyla, artık kötü görüntü sergileyen donlarla beraber, Hip-T mükemmel bir ikili olacak ve pamuklular geri gelecek! Hemde bu resimdeki gibi desenlileri mevcut, düzleri mevcut renkleri mevcut. Alın gömleğinizin altına giyin, bodynin altına giyin, giyin giyin çıkarın, ama annelerin korktuğu gibi belinizi mutlaka koruyun:)



Olayın birde, obezite tarafı var tabi.. Bunu düşünen adam, onuda düşünür.. Düşünsenize, düşük bel giymek istiyorsunuz ama body ile arasında kalan yerden fırlayan yağlar canınızı o kadar sıkıyor ki.. Gerçekten kötü görüntü. Hemen çözümümüz hazır.. Hem düşük bel kot giymenin keyfine varıyoruz hemde fırlayan yağ kesecikleri içeride kayboluveriyor..

Bence yerinde bir buluş.. Daha önce dediğim gibi pamukluya dönüş yaptıracak bir buluş. Özellikle Amerikada bu yüzden ceza yiyenlerin sayısı hiç az değilken, onlar içinde bir korunma yöntemi bile olabilir.. Kullanılma alanı çok.. Belinden üşüyenler varsa, onlarda edinip kullanabilirler mesela:)

Geyiğin sonu yok, ama bu aygıtın işlevi çok..:)

Bigumigu'da gördüm, oda Moda Trenden in! den almış.. Ama esas kaynak MyHip-T !!







Yazının devamını okuyun...

Lost 4. Sezon: Oceanic Airlines Tekrar Uçuşta!

0

Saat: 18:02 | Yazar: Burak Doğan

Yeni yılın ilk iletisi doğaldır ki favori dizimiz "Lost" ve beklenen 4.sezonu ile ilgili. Öncelikle bu linke tıklayarak 31 ocakta başlayacak s04e01 in son trailerını izleyebilirsiniz. Bir diğer haberimiz ise 815 sayılı uçuşunda yaşanan bir düşme problemi :) nedeni ile uçuşlarına ara veren Oceanic Hava Yolları 31.12 tarihinden itibaren yeniden faaliyete geçmiş! Viral Pazarlamayı iyi uygulayan dizimiz lost anlaşılan yeni sezonda da diziyi websiteleri ile desteklemeye devam edecek.

Kaynağın Babası: 22 Dakika
Yazının devamını okuyun...